Her şevê tarîk, rojê heye — her karanlığın bir sabahı vardır.
Diyarbakır’ın sokaklarında yürürken artık gözlerden anlıyorum; bir yorgunluk var gençlerde. Bazısında sessizlik, bazısında öfke, bazısında da gizli bir çığlık… Bu şehir tarih boyunca acıya da dirence de şahit oldu ama hiçbir zaman umudunu yitirmedi. Çünkü Diyarbakır’ın gençleri hep güçlüydü, inançlıydı. Fakat son yıllarda bu toprakların üzerine kara bir gölge çöktü: uyuşturucu.
Bu öyle bir bela ki, sadece bir kimyasal madde değil; insanın kalbini, aklını, iradesini çalan bir tuzak. Öyle bir zehir ki, insanı yavaş yavaş hayattan koparıyor. Önce hayalleri öldürüyor, sonra insanı insanlıktan çıkarıyor. Gözlerinin feri sönüyor, sesi kısılıyor, sonra geriye ne umut kalıyor ne hedef.
Düşünsene, "2024 Türkiye Uyuşturucu Raporu"na göre, geçen yıl ülke genelinde 400'den fazla gencimiz bu zehir yüzünden toprağa düştü. Bir kısmı daha çocuktu. Tedavi merkezlerine başvuranların neredeyse yarısı genç yaşta, çoğu da işsiz… Demek ki mesele sadece madde değil; yalnızlık, umutsuzluk ve sahipsizlik de bu ateşi besliyor. İşte tam da bu yüzden bu mücadele sadece devletin işi değil; hepimizin meselesi.
Ben bazen düşünüyorum, "şeytan artık haram lokmayla değil, tozla geliyor." Çünkü bu yüzyılın imtihanı farklı. Eskiden kötülük sokakta gizlenirdi, şimdi telefonda, sosyal medyada karşına çıkıyor. "Bir kereden bir şey olmaz" diyorlar; ama bir kere yetiyor. O "bir kere" ömür götürüyor.
Kardeşim, bu çağ kolay bir çağ değil. Her yerden bir ses: "kolay para", "rahat yaşam", "boşver" diyor. Ama unutma, kolay olan her şeyin sonunda pişmanlık vardır. Uyuşturucu seni özgürleştirmez, aksine seni köleleştirir. İradesini elinden alır, seni senden çalar. Oysa Müslüman genç esir olmaz; o sadece Allah’a kul olur.
Diyarbakır’ın taşlarında sabır yazılıdır, Dicle’nin suyunda tevekkül akar. Bu şehir, bin yıldır direnenlerin şehridir. Onun gençleri de öyle olmalı. Çünkü senin damarlarında, her zorlukta yeniden ayağa kalkan bir milletin kanı var.
Bak etrafına; sabahın erken saatinde işine giden gençler var, helal lokması için çabalayan, ailesine destek olanlar… Onlar senin kardeşlerin. Sen de o zincirin bir halkasısın. Onların arasına katıl, omuz ver. Çünkü bir arkadaşın düştüğünde, onu kaldırmak senin elinde. "Ayıptır, karışmayayım" deme. Sessizlik, kötülüğün en büyük dostudur.
Biliyorum, bazen insanın içi daralıyor. "Benim elimden ne gelir?" diyorsun belki. Ama senin bir tebessümün, bir çağrın, bir davetin bile birini kurtarabilir. Bir arkadaşını bir çay içmeye çağırmak, bir cami sohbetine götürmek, birlikte bir kursa yazılmak belki de o gencin hayata tutunmasına vesile olacak.
Devletin açtığı tedavi merkezleri, yürüttüğü operasyonlar elbette önemli. Ama unutma, asıl çözüm insanın içinde başlar. Tedaviye gelenlerin çoğu tekrar düşüyor çünkü çevre değişmiyor, dost elini uzatmıyor. İşte sen o eli uzat. Belki bir kardeşin tevbe eder, değişir, sonra başkalarına umut olur.
Bizim inancımızda tövbe kapısı hep açıktır. Kim olursa olsun, Allah dilerse yeniden başlatır insanı. Yeter ki bir adım atılsın. Belki senin uzattığın el, bir gencin hayata dönmesine vesile olacak. Ve o genç yarın bir başkasının kurtuluşuna aracılık edecek. İşte o zaman bu şehir, bu millet gerçekten kazanacak. O yüzden genç kardeşim, karanlığa teslim olma. Uyuşturucuya, umutsuzluğa, "nasıl olsa kimseye faydam yok" düşüncesine yenilme. Unutma, senin içinde Allah’ın nuru var. O nur sönmediği sürece, hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmez.
Diyarbakır’ın gençleri; siz sadece bu şehrin değil, bu ümmetin de umudusunuz. Sizin direnciniz, sizin merhametiniz, sizin dayanışmanız bu toprağı ayakta tutacak.
Hem dua edeceğiz hem çalışacağız. Hem imanla hem el birliğiyle ayağa kalkacağız. Çünkü bu karanlık, ancak siz el ele verirseniz dağılacak. Kardeşim, unutma: belki senin uzattığın o el, bir can kurtaracak. Belki o can, yarın binlerce insana ışık olacak.
O yüzden elini uzat, karanlığa değil, kardeşine.