İdareci olmak, bir makama çıkmak değil, bir yükün altına girmektir. Kimi bu yükü görmez, kimi görse bile dokunmaz. Çünkü sorumluluk, yaldızlı bir madalya değil, insanın sırtına vurulmuş görünmez bir zincirdir. O zincir, bir ömür boyu ses çıkarır. Her halkasında vicdanın tınısı, her gıcırdayışında kalbin imtihanı vardır. Gerçek idare, tahtın konforunda değil, gecenin ıssızlığında başlar. Odasında değil, gönlünde yanan bir lambayla yürüyenlerin işidir bu.
Yönetmek, büyük ve zor bir sanattır, sabırla, ferasetle, adaletle işlenen ince bir sanat. Her satır, çeyrek asırlık tecrübenin, sayısız gece lambasının ve binlerce sayfa metnin süzülmüş balıdır. Çünkü okuma, idarecinin nefesidir. Fikirle beslenmeyen idare, kalbi olmayan bir bedene benzer. Bir idareci az uyur, çünkü zihni meselelerle doludur. Az dinlenir, çünkü gönlü dertlilerin yükünü taşır. Düşünür, tefekkür eder, sorgular çünkü düşünmeyen idareci, günü kurtarır ama geleceği kaybeder.
Öğrendim ki, bir idareci önce kendi işini hakkıyla yapmalı, sonra başkasına görev verebilmelidir. Takibi yapılmayan iş, verilmemiş bir emirdir. Emir, takiple hayat bulur; takip, sorumluluğun nabzıdır. Hakiki idareci, bir işin sonunda değil, takibinde gizlidir. Her hareketin ardında vicdanın sessiz bir imzası vardır.
Davasını yüklenen için bu sorumluluk, bir görev değil, bir emanettir. Çünkü o yalnız bir kurumu değil, bir ümmetin vakarını temsil eder. Davanın yükü ağırdır; insanı arşa yükseltirken aynı anda omzuna bir dağ bırakır. Bu emaneti taşımak, gayret kadar ihlas da ister. İşleri akışına bırakmak, davanın ruhuna ihanettir. Zira dava, diri bir vicdanın, uyanık bir kalbin çağrısıdır. Unvanlar silinir, tabelalar düşer, fakat sorumlulukla yoğrulmuş bir isim, zamana direnç kazanır.
Her idareci, kendi işinin mimarı olmalıdır. Çünkü büyük yapılar, küçük taşların yerli yerine konulmasıyla ayakta durur. Tesadüf, idarenin zehridir. Tesadüf varsa, ihmal vardır. Bir liderin en büyük zaferi, nefsine hükmetmesidir; çünkü nefsine söz geçiremeyen, insanlara adaletle hükmedemez.
İdarecilik, emir vermekten çok, yük taşımaktır. Her meselede talimat bekleyen kişi idareci değil, memurdur. Gerçek idareci, kendisine verilenle yetinmez; imkanları genişletir, engelleri çözümle değiştirir. Şikâyet etmez, çünkü bilir ki her engel, bir karakter imtihanıdır. Üretkenlik, fikirle başlar ama cesaretle biter.
Fakat her düşüncenin bir vakti, bir usulü, bir zemini vardır. Fevrilik, hikmeti bozar. Bu yüzden idareci, her adımında istişareyi kendine kılavuz edinmelidir. İstişare, aklın zekâtıdır; paylaştıkça artar, gizlendikçe körelir. Kardeşlerin sözü kulağa, ehlin sözü kalbe dokunmalıdır. Fikir, yalnız kaldığında solar; konuşuldukça nefes alır.
İdarecilik, sabırla sebatın imtihanıdır. Sabır, zorlukta sükûnettir; sebat, uzun vadede direniş. Bu iki zırhı kuşanmayan kimse, makamın fırtınalarına dayanamaz. Bir idareci, neticeyi değil, gayreti merkeze koymalıdır. Çünkü Allah gayreti bereketlendirir. İnsan iki adım yürür sanırken, sabır ve ihlasla on adım ilerler.
Yönetmek, sadece insanı değil, kalbi idare etmektir. Bir kurumun dirliği, yöneticisinin ahlakında gizlidir. Disiplin, korkuyla değil adaletle kurulur; sevgi, dalkavuklukla değil samimiyetle kazanılır. Yöneten insan, bir aynadır. Yönetimi altında çalışan herkes o aynada kendi yansımasını görür. Aynanız berraksa, etrafınızdakilerde nur parıldar, aynanız kirliyse, en güzel niyet bile karanlığa bürünür.
Makam, bir ödül değil, bir kefarettir. Her gün yeniden ödenen bir borç. Çünkü asıl mesele, yükselmek değil, yükselince eğilebilmektir. İdarecilik, insanın menfaatini değil, emanetini düşünme sanatıdır. Ve nihayet, bir gün her makam kapanır, unvan silinir, isim unutulur. Geriye bir tek şey kalır "vicdanın huzuru veya azabı."
Bu satırlar, yirmi beş yılın idare ateşinden ve otuz iki yılın kitap kokusundan süzülmüş bir hakikatin sessiz yankısıdır.
Bir ömrün tefekkürle yoğrulmuş meyvesi…
Bu idarecinin kalbinden damlayan cümle ise “Makam geçer, vicdan kalır.”