Tarih boyunca yaşanan büyük savaşlar ve kitlesel kıyımların sorumlusu olarak Müslümanları ya da Filistinlileri göstermek tarihsel gerçeklerle bağdaşmaz.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti'ni parçalamayı amaçlayan Batılı güçler tarafından başlatılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı ise, tarihin en kanlı savaşıdır, bu savaşın merkezinde Avrupalı devletler yer alırken, Müslümanlar pasif konumdadır.
Adolf Hitler bir Filistin-Gazzeli değil, Avusturyalıdır.
Japonya’ya atom bombası atılması emrini veren Truman, Müslüman değil, Amerikalı Yahudi bir siyasetçidir.
Haçlı Seferleri de Müslümanların değil, Batılı Hristiyan güçlerin başlattığı ve Kudüs’ü ele geçirme amacı taşıyan saldırılardır.
11 ayrı Haçlı Seferi düzenlenmiştir. Bu saldırılara karşı Kudüs’ü koruyan ve adaleti yeniden tesis eden ise bir Müslümandır. Selahaddin Eyyubi, Onun liderliğinde binlerce Müslüman, kutsal toprakları korumak uğruna şehit olmuştur.
Benzer şekilde, Filistin'deki sivil halka karşı yürütülen saldırılar, tarihte defalarca yaşanmış zulüm döngüsünün bir devamıdır. 1982’deki Şatilla ve Sabra katliamlarında 3 binden fazla sivil, İsrail’in desteklediği milislerce katledildi. Bu saldırıların planlayıcısı, -ölmeden sekiz yıl komada kalan- Ariel Şaron, Rusya kökenlidir. Bugünün Siyonist Başbakanı Netanyahu da Filistinli değil, Polonya doğumludur.
Yahudilere karşı tarih boyunca yapılanların kaynağı da Müslümanlar değildir.
1240’ta İngiltere, 1340’ta Almanya, 1492’de İspanya, 1497’de Portekiz, Yahudileri ülkelerinden sürmüştür.
Tarih boyunca insanlığa bela olan siyonistlerdir. Peygamberlerini şehit eden, Allah’ın verdiği nimeti beğenmeyen, sürekli bulundukları ülkelerde nankörlük, asilik ve hainlik yapan yine Siyonistlerdir.
Bu sürgünlerin hiçbirinde Müslümanların rolü yoktur. Aksine, Osmanlı Devleti bunlara kucak açmış, İstanbul başta olmak üzere pek çok şehirde onlara barınma ve ticaret imkânı sunmuştur. Yahudiler Osmanlı döneminde de ticaretle uğraşıp yine paranın gücünü kullanmışlardır.
Ancak Yahudi gruplar, Osmanlı'nın bu hoşgörüsünü suiistimal etmiştir. Çanakkale Savaşı'nda Osmanlı’ya karşı savaşan İngiliz saflarında yer alan “Siyon Katır Tugayı” bu çelişkinin acı bir örneğidir. Oysa Osmanlı, Yahudilere "Ehl-i kitap" olarak yaklaşmış, onları vergi karşılığında askere almadan ülkenin en iyi yerlerinde yaşatmıştır.
Yahudiler sürgün edildikleri tüm ülkelerde FETÖ benzeri yapılanmalar ile devleti ele geçirme ve paranın gücünü kullanarak ekonomik sıkıntıların oluşmasına sebep olmuşlardır. Şu anda Amerika başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde yaptıkları, paranın gücünü kullanarak istediklerini yaptırma değil midir?
Aslında “siyonistlerin en büyük sahtekarlıkları dürüst ticaret yapıyor gibi görünmeleridir.”
Bunu yaparken her şeyi kendilerine helal görmüşlerdir. İnsanların inançlarını kışkırtıcı, tahrik edici ve çatıştırıcı bir yapıdadırlar. İdeolojilerde bile komünizmin en aşırı dalgasını da savunmuşlardır kapitalizmin de en aşırı dalgasını da…
Bu durum hatta Hristiyanlıkta faiz kabul edilmezken Yahudiler tefecilik yaparak faiz olayını en üst seviyede kullanmışlardır. Bu durum ülkelerin ve halkın ekonomisinin bozulmasının en büyük sebeplerindendir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’ye hicret ettiğinde bölgede üç büyük Yahudi kabilesi vardı.
Bu kabilelerle, karşılıklı savunma ve özgür yaşamı garanti altına alan Medine Vesikası imzalanmıştır. Bu belgeye göre taraflar birbirine ihanet etmeyecek, barış içinde yaşayacaklardı.
Ne yazık ki bu kabileler sırasıyla sözlerini bozdu.
Peygamberimize suikast, Müslüman bayanlara saldırma ve düşman ile iş birliği yaparak hainlik yapmalardan dolayı yine asıllarına rücu etmiş oldular.
Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Yahudilere karşı bir düşmanlık beslemediğini, sadece ‘barışa zarar veren ihanetlere karşı adaletle karşılık verdiğini’ tarih göstermektedir. İslam, bireyleri dinine göre değil, davranışına -zahirine- göre değerlendirir. Barışçıl Yahudilerle ilişki hep sürdürüldü.
Günümüzde Gazze’de yaşananlar, tarihte yaşanan ihanetlerden çok daha büyük bir insanlık dramıdır. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar bombalanmakta, hastaneler, okullar hedef alınmakta, şehirler açlığa mahkûm edilmektedir. Bunlar savaş değil, sivil soykırımdır. Mazlumun dini, ırkı, kimliği olmaz. Adalet, her şartta ve herkese lazım olan evrensel bir ilkedir.
Yahudi topluluklarının dünya genelindeki ekonomik gücü bilinmektedir. Bu gücün arkasında tarih boyunca ticarette etkin rol oynamaları, faiz sistemine farklı bakışları ve örgütlü hareket etmeleri yer alır. Faizi kendi milletine haram, başkasına helal görmek, adil kazancı değil, sömürü sistemini besler.
Oysa İslam, faizi her yönüyle haram kılmış, kazancı, çalışmaya, üretmeye ve ticarette dürüstlüğe dayandırmıştır. Bu da toplumların adil bir şekilde gelişmesini sağlar.
Tarihe dönüp bakıldığında, İslam’ın ve Peygamberimizin tutumu hep adaletten yanadır. Yahudilere ve diğer gayrimüslimlere karşı bir düşmanlık değil, sözleşmelere sadakat, insan haklarına saygı ve barışçıl yaşam temel alınmıştır. Bugün de aynı ilkeler yaşatılmalıdır.
Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun, adaletsizlik karşısında sessiz kalmak zulme ortak olmaktır. “Haklı olanın güçlü olduğu bir dünya, ancak ahlaka ve vicdana dayanan adil ve merhametli bir sistemle mümkündür. “
İslam’ın ortaya koyduğu evrensel adalet anlayışı da budur.