LGBT hükümranlığında Feminizmin diktatörlüğünün köpeklik çağını yaşıyoruz.
Avrupa’nın kendi iç karmaşasının bir ürünü olarak Feminist akımlar ortaya çıktı… Avrupa’nın yaşadığı karmaşadan dolayı erkek düşmanı bir akım ortaya çıktı. Bu akım daha sonra LGBT adı altında aile kurumunu yok edecek faaliyetlerini sürdürdü.
Aile kurumunu bitiren akımlar iki yüz yıldır kötülüğü yayarak çalışıyor. Bu kötülükten en çok etkilenen ülke Türkiye oldu.
Toplumsal sorunların ortaya çıkmasında ve aile kurumumuzun bitme noktasına gelmesinde bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında doğru tespitler yapmak zorundayız.
Aile kurumunun bitme noktasına gelmesini kronik bir hastalık olarak kabul etmeliyiz. Aile kurumunu bitirmeye sebep olan hastalığın yüzlerce nedenlerine yönelik tedbir almamız icap ediyor.
Doğru teşhis ve doğru reçete ile birlikte hastalığa neden olan sebepleri de ortadan kaldırmalıyız. O zaman geleceğe ümitle bakabilir, sarsılan aile kurumumuzu yeniden iyileştirebiliriz. Sağlıklı aile ve sıhhatli toplum modelini hayata geçirebiliriz.
Aile kurumumuzun bu hallere gelmesinin ve yok olmasına neden olan sebepleri sıralayarak sorunun asıl kaynağına inmeliyiz.
Eğitim müfredatımız başlı başına sorunlar yumağının içinde bocalıyor.
Maneviyattan uzak, pozitivist eğitim modeli ailesiz bir toplum modelini dayatıyor. İlkokuldan tutun da üniversitelere kadar aile kurumunu itibarsızlaştıran fikir akımlarını görüyoruz.
Sanat adı altında sinema, tiyatro, dizi ve gündüz kuşağı programlarında alkol, uyuşturucu, gayri meşru yaşam tarzları normalleştirilerek bir hayat tarzı olarak sunuluyor.
Alkol, kumar, madde bağımlılığı şiddete meyilli, sorumluluklarını yerine getirmeyen, kadına her türlü şiddeti uygulayan vicdansız ve vurdumduymaz bir nesil yetiştiriliyor.
Sözde kültür etkinliği adı altında her türlü gayri meşru eğlenceler tertiplenerek, bundan 50 yıl önce gazinolarda sergilenen rezillikler artık açık alanlarda sergileniyor.
Yasal ve kanuni düzenlemelerle batıya entegre olma adına aile kurumunu yok edecek düzenlemeler getirildi. Sapkın akımların kötülüğü yaymasına her türlü olanak sağlanıyor.
Şer odaklarının kötülük ektiği coğrafyamızda sapkın akımların çalışma alanları uyum yasaları adı altında meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Feminist akımlar erkek-kadın çatışmasını önceleyerek aile kurumuna ilk darbeyi vurdu. Aile kurumu ikinci darbeyi LGBT akımlarından yediğini biliyoruz. Bunlar kendi kendilerine ortaya çıkmadı.
Bu kötülüğü yayan akımlara yönelik hiçbir tedbir alınmadı. Tedbir almak bir yana önleri sonuna kadar açıldı.
Toplumumuzda kadınların ayrı bir değeri var. Kadın annedir, eştir, abladır, bacıdır, nenedir, teyzedir, haladır. Cennet annelerin ayakları altındadır, diyen bir peygamberin ümmetiyiz.
Avrupa’nın kadına bakış açısı karanlık ve bir o kadar kötü.
Avrupa’da kadınlar büyük travmalar yaşadı, kadınların yaşadığı travmalar bizim coğrafyamızda yaşanmadı.
Avrupa’nın krallık, kilise ve feodal sisteminde kadın insan bile sayılmıyordu. O dönemde kadına şeytan gözü ile bakılıyordu. Kadının içine şeytan girmiş safsatalarından dolayı on binlerce kadın cezalandırıldı. Kadınlar diri diri yakılarak aforoz edildi.
Kapitalist sistemde kadın ucuz işgücü ve cinsel bir obje olarak gürüldü. Avrupa’daki sanayi devriminde kadınlar fabrika köşelerinde günde 18 saat, sigortasız ve güvencesiz bir ortamda çalıştırıldı. Birçok kadın fabrika köşelerinde hem istismara maruz kaldı hem de ağır hastalıklara yakalanıp hayatını kaybetti. Kadının cinselliği basit bir sakız reklamında kullanıldı. Kadın her türlü ilkesizliğin ve omurgasızlığın meşru görüldüğü kapitalist sermayeye meze yapıldı.
Komünist sistem kadına kurtarıcı olarak sunuldu. Ancak komünist sistemin kapitalist sistemden hiçbir geri kalır yanı yoktu. Hatta komünist sistem kadını daha fazla değersizleştirdi.
Komünist sistem ailesiz bir toplum modelini dayattı. Aile kurumunun kapitalist sistemi ayakta tutan, üretim araçlarını ve kapitalist sermayeyi meşrulaştıran bir kurum olarak görüldü. Bu yüzden aile kurumunun yok edilmesi gerektiği üzerine paradigma oluşturuldu.
Bu paradigma üzerine ailesiz bir toplum demek, kadının ve erkeğin gayri meşru birlikteliği anlamına geliyordu. Komünist sistemde büyük bir nesil sorunu yaşandı. Doğan çocukların sakat doğması, korumasız kalması nesli korumak neredeyse imkansız hale getirildi.
Komünist sistemde, eşit işe eşit ücret kaidesince, kadın çalışmak zorunda kalıyordu. Kadın kimden olduğu belli olmayan çocuğunun bakımını yapmak, ev işlerini yapmak, kendisinin ve çocuğunun geçimini yapmak için çalışmak zorunda bırakıldı. Ailesiz tek ebeveynli bir hayatın içinde kadın kat be kat ezildi.
Kadını toplumun ortak malı olarak gören komünist sistem kadını değersizleştirerek bir meta konumuna getirdi.
DEM parti milletvekilleri ve PKK’nin yetkilileri kendilerini komünist, sosyalist, LGBT’ci ve Feminist olarak tanıtıyorlar. Türk solu ile birlikte aile kurumunu bitirecek her türlü kötülüğü yayıyorlar. Aileyi bitirime noktasına getirmek için CHP’de alkol ve zararlı alışkanlıkları savunuyor.
Hükümetin yanlış politikaları; DEM, PKK, Türk solu ve CHP’nin kötülük yaymasına neden oluyor.
Bu hayasız akımlara karşı tedbir alınmadığı sürece evlilik fonları ile aile kurumunu ayakta tutmak biraz zor olacak gibi gözüküyor.