Aile kurumu çöktü… doğurganlık hızı tehlike sınırının altında… adeta hayat-memat meselesine dönüştü. Bıçak kemiğe dayandı.
Türkiye nüfusu yaşlanıyor. Genç nüfus azalıyor. Büyük bir vakıa ile karşı karşıyayız.
Sorunlarımızın çözümünde sebeplere değil sonuçlara odaklanarak çözüm üretiyoruz. Çözümlerimiz işe yaramayınca sonuçlar üzerinden başka çareler arıyoruz.
Sebep sonuç ilişkisinde sorunun asıl kaynağı olan sebepleri görmüyor, sonuçlarına göre yanlış korelasyona giriyoruz.
Yanlış metodolojimizden ve sistem hatasından kaynaklı sorunlar yumağından bir türlü kurtulamıyoruz.
Sorunlarımızın sonuçlarına odaklanarak çözüm üretme gibi yanlış handikabımızdan ne zaman kurtulacağız bilmiyorum.
Çokta karamsar olmak istemiyorum ama geleceğe dair iyi olmayan tehlikeler bizi bekliyor.
Deve kuşu misali kafamızı kuma gömemeyiz. Gerçeklerle ve gerçekliğimizle yüzleşmek zorundayız.
Ne oldu da yirmi yıl gibi kısa bir sürede aile kurumumuz bitme noktasına geldi.
Nerede hata yaptık?
Doğurganlık hızı dip seviyelere düştü… biz nerede yanlış yaptık.
Sapkın akımları suçlamakla, LGBT ve feminist akımların aile kurumunu bitirme noktasına getirdiğini söylemekle işin içinde sıyırılamayız.
Hırsızın suçu varda hiç mi ev sahibinin suçu yok. Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasını bilirsiniz.
Eşeği çalınır. Teselli aradığı komşularından biri;
“Ah be hocam, ahıra kapı yaptırsaydın ya!”
Diğeri;
“Böyle uyku olur mu? Hiç tıkırtı duymadın mı?
Bir başkası;
“Eşeğin ayaklarını bağlasaydın” diye akıl verir.
Hoca dayanamaz, bağırır:
“Yahu kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?
Eşeği çalan hırsız yakalanır.
Kadı’nın huzuruna çıkarılır.
Sorulur:
“Neden çaldın?”
Hırsız: “Kapıyı açık bırakan ev sahibinin hiç mi suçu yok?
Kıssadan hisse…
Ev sahibi mi haklı hırsız mı haklı… tabi ki ev sahibi mağdur ve haklı… ancak ev sahibinin de kabahati var. Evinin kapısını açık bırakmasaydı hırsız o eve girebilir miydi?
Biz evimizi hırsıza açmışız, gelin ülkemde istediğiniz faaliyeti yapınız demişiz… onlarda ülkemizde onlarca LGBT dernekleri açmış… bu da yetmemiş LGBT otelleri açmışlar… bu da yetmemiş onların istediği gibi İstanbul sözleşmesi gibi bir sözleşmeyi imzalamışız… bu da yetmemiş, İstanbul sözleşmesinin devamı olan 6284 sayılı kanunu yürürlüğe koymuşuz… bu da yetmemiş, onların her istediklerini yapmışız… bu da yetmemiş, devlet kurumlarından tutunda sanat çevrelerine kadar faaliyetlerine göz yummuşuz… bu da yetmemiş konser, sinema, tiyatro ve dizilerde boy boy sahne almalarına müsaade etmek bir yana teşvik etmişiz… bu da yetmemiş… ev sahibi olmayı iddia etmelerine de okey demişiz.
Sadece sapkın akımları suçlamak… çok ucuz politika olmuyor mu? Hiç mi bizim suçumuz yok!
Şu bir gerçek bugün aileyi bitirme noktasına getirenler onlar olabilir ama bizim de büyük bir payımız var. Hükümetin de payı var, ailelerin de payı var… toplum olarak hepimizin payı var… kötülüğe göz göre göre toplum olarak göz yummuşuz.
Büyük felaketi kapımıza getirmemizin en büyük nedeni, nesli kurutan bu sapkın akımlara devlet olarak destek vermemizden aramalıyız.
Aile kurumunu bitirdik… bunun neticesinde doğurganlık hızı en alt seviyelere kadar düştü… tehlike çanları çalıyor.
Doğurganlık hızının düşmesine sebep olmamızın bizden kaynaklanan sebeplerini hiç düşündük mü acaba!
Hiç sanmıyorum. Düşünmüş olsaydık, şimdiye kadar çoktan tedbirimizi almış olacaktık.
Parçaları bir araya getirdiğimizde çok büyük bir hesap ve organizasyon adeta bir terör örgütü gibi çalışarak, aile kurumumuzu yok etmişlerde biz bunu görememişiz.
Gel gelelim biz DEM partiye…
Bunların hepsi LGBT cimi… Evet.
Bunların hepsi feminist mi… Evet.
Bunların hepsi köpekçi mi… Evet.
Yüz yıla yakındır, Kürtleri PKK teröre kurban etti… on binlerce Kürt bunların terör belasının kurbanı oldu. yetmedi… uzantısı olan DEM parti sapkın akımlarla Kürt aile yapısını bozarak, Kürtlerin nüfusunu kurutmaya çalışıyor. Bu da ayrı bir facia…
Tüm gelişmeler bize gösteriyor ki özümüze dönmemiz için acil olarak, değerlerimizle uyuşan yeni bir aile yasası hayata geçirilmeli. Yoksa daha çok dizimizi döveriz.