Ülkemizde uzun yıllardır toplu taşımada sosyal devlet anlayışını güçlendiren bir uygulama var.

65 yaş üstü vatandaşlar, engelliler ve bazı meslek grupları, özellikle de basın mensupları, şehir içi toplu taşımadan ücretsiz yararlanabiliyor. Bu düzenleme yalnızca bir kolaylık değil, aynı zamanda yaşlılarımızın, engelli bireylerimizin ve kamu yararına çalışan basın mensuplarının yaşamını kolaylaştırmak adına tanınmış yasal bir haktır. Ancak ne yazık ki bazı illerde bu haklar keyfi uygulamalarla yok sayılıyor, vatandaşlar mağdur ediliyor.

Geçtiğimiz yıl Diyarbakır’da yaşanan ve kamuoyunun tepkisini çeken bir olay, bu yıl yeniden karşımıza çıktı. Özel halk otobüslerinde geçerli ücretsiz ulaşım kartlarına sahip olan 65 yaş üstü vatandaşlar, engelliler ve basın mensupları, bazı araç sahiplerinin aldığı karar doğrultusunda ücret ödemek zorunda bırakıldı. Oysa ki yasa açık. Bu gruplar ücretsiz ulaşım hakkına sahiptir. Buna rağmen bazı araçların camlarına şu yazı asılmış.

“Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından ücretsiz paraları yatırılmadığından dolayı ücretsizler bu arabada geçersizdir.”

Bu manzara yalnızca üzücü değil, aynı zamanda düşündürücü. Çünkü ortada iki temel sorun var; birincisi, belediyelerin özel halk otobüslerine yönelik yükümlülüklerini yerine getirmemesi ya da zamanında yerine getirmemesi. İkincisi ise, bazı araç sahiplerinin vatandaşı mağdur etme pahasına kendi inisiyatifleriyle yasa dışı kararlar alabilmeleri. Her iki durum da kabul edilemez.

Bir şehirde toplu taşıma yalnızca bir ulaşım meselesi değildir. Toplu taşıma, kent yaşamının omurgasıdır. İnsanların işe, okula, hastaneye, pazara...gidebilmesi için ihtiyaç duyduğu en temel hizmettir. Hele ki toplumsal olarak daha hassas durumda olan yaşlıların, engellilerin veya düşük gelirli vatandaşların ulaşım hakkı, belediyelerin sorumlulukları arasında en öncelikli olanıdır. Devletin sağladığı bir hakkın, “ödenek yapılmadı” bahanesiyle vatandaşın elinden alınması hem sosyal devlet ilkesine hem de hukuka aykırıdır.

Burada ayrıca şu soruyu da sormak istiyorum. Halkın oylarıyla yönetime gelmiş bir belediyenin asli görevi nedir? Şehirde yaşayan her bireyin günlük yaşamını kolaylaştırmak, mağduriyetleri en aza indirmek ve çözüm üretmektir. Ancak geldiğimiz noktada görüyoruz ki bazı belediyeler, tam tersine, halkı mağdur eden bir anlayışla hareket ediyor. Yetersiz toplu taşıma araçları, düzensiz seferler, kalabalık otobüsler ve bunların üstüne bir de ücretsiz kart sahiplerinin kapıdan geri çevrilmesi… Vatandaşın yaşamını kolaylaştırması gereken yönetim anlayışı, adeta vatandaşın sırtına yeni bir yük bindiriyor.

Üstelik mesele sadece yaşlılar ya da engelliler değildir. Burada tartışılan konu, doğrudan hukukun ve devletin tanıdığı bir hakkın ihlali meselesidir. Bugün bu hak görmezden gelinirse, yarın başka hakların da keyfi uygulamalarla ortadan kaldırılmasına zemin hazırlanmış olur. Bugün bir yaşlı vatandaş otobüsten indirilirse, yarın bir engelli vatandaş kapıdan çevrilirse, bu toplumun vicdanı yara alır.

Evet, özel halk otobüsü sahiplerinin de kendilerine göre ekonomik gerekçeleri olabilir. Belediyeden alacaklarını tahsil edememekten şikâyetçi olabilirler. Ancak bu durum onların vatandaşı mağdur etmesini meşrulaştırmıyor. Sorunlarını belediyeyle çözmek zorundalar. Çünkü ücretsiz ulaşım kartı kullanan vatandaşın karşısında muhatap belediyedir, şoför değil. Vatandaşla şoför arasında yaşanan her gerginlik, asıl muhatabı yani belediyeyi gölgede bırakıyor.

Çözüm çok açık. Belediyeler, ücretsiz kart uygulamasını sürdürülebilir kılacak mali ve idari düzenlemeleri yapmak zorundadır. Özel halk otobüsü sahiplerinin mağduriyetini gidermek belediyenin görevidir, vatandaşın değil. Vatandaş, cebinde taşıdığı yasal karta güvenmek ve otobüse gönül rahatlığıyla binmek istiyor.

Kısacası mesele sadece bir ulaşım meselesi değil; mesele, yönetime gelenlerin halkı gözetip gözetmediği meselesidir. Sosyal devletin gereği olan hakları korumak, belediyelerin asli sorumluluğudur. Diyarbakır’da yaşanan bu tablo, yalnızca oradaki vatandaşların değil, tüm ülkenin dikkatle izlemesi gereken bir durumdur. Çünkü bir gün aynı keyfi uygulama başka şehirlerde de karşımıza çıkabilir.

Son söz olarak şunu söylemek istiyorum. Halkı mağdur eden hiçbir yönetim anlayışı kalıcı olamaz. Çünkü unutmayalım, sandık günü geldiğinde vatandaş, kendisini mağdur edenleri değil, hakkını savunanları tercih edecektir.