Son birkaç yıldır ahlaki yozlaşmanın ağır depremini yaşıyoruz. Türkiye’nin tüm şehirlerinde benzer sorunlar yaşanıyor. Özellikle teşhirciliğin önü bir türlü alınamıyor.

Biz ne ara bu hallere geldik, sorunsalından önce biz niçin bu hallere geldik, sorunsalının altını doldurmak ve çözüm üretmek zorundayız.

Yaklaşık yüz yıldır, önce sahil kentlerinde ve metropol şehirlerde batının ahlaki yozlaşması dayatıldı. Zihinleri işgal eden kültür emperyalizmi, teşhirciliğin büyük bir kazanım ve çağdaşlık olduğu yönünde her türlü ifsadın önü açıldı.

Toplumu ifsat edecek enstrümanların başında eğitim kurumları, basın, yayın, dizi ve sinema sektörü faal bir şekilde bozmaya yönelik çalıştı.

Hayatımıza giren internet ile birlikte söz konusu ahlaki yozlaşma, sosyal medya üzerinden yaşam şekli olarak pazarlandı.

Özellikle eğlence turizmi, kültür festivali adı altında düzenlenen konser programlarında teşhirciliğin en iğrenç hali ulaşılması gereken yaşam şekli olarak dayatıldı.

Daha sonraki süreçlerde de LGBT gibi sapkın akımların faaliyetlerinin önü açıldı. Bir virüs ve kanser hücresi gibi toplumun tüm değerleri heba edildi.

Batıdan esen sapkınlık fırtınası doğuyu da etkisi altına aldı. Doğudaki sapkınlık fırtınasının temsilcileri LGBT savunuculuğunu yaparken, kültür, inanç ve değerlerimizi itibarsızlaştırdılar.

Daha önceleri gelenekten de olsa, Diyarbakır’da kadınlar ve kızlar başörtüsü takar, geniş kıyafetler giyerdi. Yabancı bir erkek sokaklarında geçse, kendini sakındırırdı. Değerlerine saygı duyar, iffet, adap, edep ve haya ruhlarına işlemişti. Şimdilerde ise Diyarbakır’ın hali içler acısı maalesef, ahlaki yozlaşma ve teşhircilik başını almış gidiyor.

Diyarbakır’da teşhircilik sorunu adeta kronikleşmiş bir vaziyete geldi, aileler çocuklarına yetemiyor.

Bu işin bir boyutu… diğer boyutu ise köyden kente göçlerin yoğunluğu ile birlikte, hükümetler toplumsal ahlak yasasını oluşturmadı. Söz konusu yasa, toplumu ayakta tutması için bir ihtiyaç olarak duruyor.

Köyden kente göç olgusu ile birlikte, müthiş bir toplumsal yabancılaşma oluştu. Bunun neticesinde toplumu kontrol edecek mekanizmalar adeta çöküşün eşiğine geldi.

Farklı yerlerden gelmiş, birbirini tanımayan kitleler daha önce ikamet ettikleri köyünde, kasabasında, ilçesinde toplumsal ahlak yasalarına uymayı bir sorumluluk bilinciyle yerine getiriyordu.

Görece küçük yerleşim yerlerinde toplumsal ahlak yasalarına uymak istemeyenler, toplumdan dışlanmamak adına da olsa uymak zorunda kalıyordu.

Tarih boyunca ve sosyolojik olarak; toplumlar bedevilikten hadiriliğe, cemaatten cemiyete, köyden kente göç ettiğinde, toplumu kontrol edecek yeni ahlak yasalarına ihtiyaç olmuştur.

Görece küçük yerleşim yerlerinde toplumun kültür, değer, inanç ve kontrol mekanizmaları işlevini yitirmediği için toplumu ayakta tutacak ahlak yasaları bireyi, aileyi ve toplumu kontrol edebiliyordu.

Ancak şehirleşme olgusu ile birlikte toplumu ayakta tutacak kontrol mekanizmaları işlevselliğini yitirdiğinden dolayı yeni kontrol mekanizmalarına ihtiyaç bir zorunluluk haline gelmiştir.

Çıplaklık, teşhircilik, her türlü gayri ahlaki giyim kuşam sokaklarımızı, caddelerimizi ve ne yazık ki maneviyatın kalesi şehirlerimizi bile kuşatmış durumda.

Toplumsal ahlak yasasının getirilmesi artık şart oldu.

Unutmamak gerekiyor, toplumların geri kalmışlığı maddi unsurlardan değil, manevi unsurlardandır. Çağımıza medeniyet dağıtmak istiyorsak, ecdadımızın bize miras olarak bırakmış olduğu tarihi ve manevi değerlerimize sahip çıkmak zorundayız.

Bu konuda başta hükümet, yetkili kurumlar, siyasi parti temsilcileri, sivil toplum kuruluşları toplumu zararlı akımlardan korumakla sorumludur.

Özelikle hükümet ve siyasi irade, toplumsal ahlak yasasını getirerek teşhirciliğin önünü almak zorundadır.

Yetkili mercilerin bu konuda manevi tedbirleri alacak adımları atması bir ikram değil, sorumluluk ve zorunluluktur.