Her gün ekranlarda, telefonlarda, haberlerde öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki...

Tüylerimiz diken diken oluyor, içimiz yanıyor, vicdanımız sızlıyor.

Bir çocuk sokakta ölü bulunuyor, bir anne evladının ardından feryat ediyor, bir baba çaresizlikten gözlerini kapatıyor.

Ve biz, bir sonraki habere geçiyoruz.

Sanki hiçbir şey olmamış gibi…

Oysa oluyor.

Her gün, her saat, her dakika…

Bu ülkenin sokaklarında, evlerinde, okullarında bir şeyler çürüyor.

Toplumsal bir çözülmenin tam ortasındayız ama farkında değiliz.

Ya da farkındayız da elimizden bir şey gelmediğini düşünerek sessiz kalıyoruz.

Oysa çürüme sessizlikle başlar.

Toplumlar bir anda çökmez.

Bir ülke bir sabah uyandığında bozulmuş olmaz.

Bir yanlışın karşısında “bana ne” dediğimiz ilk anda başlar.

Bir haksızlığa “aman karışmayayım” dediğimizde büyür.

Bir çocuğun gözlerindeki korkuyu görmezden geldiğimizde kök salar.

Sonra bir bakmışız, kötü olan normalleşmiş.

Şiddet haberleri sıradanlaşmış.

Uyuşturucu kullanımını konuşurken bile omuz silker olmuşuz.

Toplumun vicdanı yavaş yavaş susturulmuş.

Neden bu hâle geldik?

Nasıl geldik buraya?

Belki de yıllardır süren bir umursamazlığın sonucudur bu.

Aile bağlarımız zayıfladı, komşuluklar yok oldu, dayanışma kültürü yerini bireyselliğe bıraktı.

Birbirimize yabancılaştık.

Artık kimse kimseye “iyi misin?” diye sormuyor bile.

Sosyal medyada birbirimizi alkışlarken, gerçek hayatta kimsenin elinden tutmuyoruz.

Çocuklarımız sanal dünyada büyüyor ama gerçek dünyanın tehlikelerini tanımıyor.

Ve en acısı, gençlerimizin bir kısmı umut yerine uyuşturucuya sarılıyor.

Uyuşturucu…

Telaffuzu bile zor.

Ama konuşmaktan korkarsak, yok sayarsak, o karanlık daha da büyüyor.

Bugün her mahallede, her okulun çevresinde bu zehir kol geziyor.

Tacirler çocuklarımızın zaaflarından, çaresizliğinden besleniyor.

Aileler ne yapacağını bilemiyor.

Bir anne, “Oğlumu kaybettim, devlet bana yardım etmedi” diyor.

Bir baba, “Benim çocuğum nasıl bu bataklığa düştü” diye ağlıyor.

Ve biz sadece izliyoruz.

Yorum yapıyoruz, paylaşım yapıyoruz, sonra unutuyoruz.

Ne ile meşguldük?

Tüm bunlar olurken, biz nelerle meşguldük?

Gereksiz tartışmalarla, bitmek bilmeyen kavgalarla, suni gündemlerle oyalanmadık mı?

Birbirimizi suçlarken, suça giden yolları kimse kapatmadı.

Ekranlarda gülüp eğlenirken, sokakta bir genç daha karanlığa sürükleniyordu.

Hepimiz bir şekilde seyirci kaldık.

Oysa bu hikâyede hepimizin payı var.

Toplumun çürümesi, bireylerin susmasıyla başlar.

Ve unutmayalım, susan da sorumludur.

Peki toparlanmak Mümkün mü?

Evet, mümkün.

Ama önce kabul etmemiz gerekiyor ki sorun büyük.

Ve sadece “devlet yapsın” diyerek çözülemeyecek kadar derin.

Toplumsal vicdan yeniden inşa edilmeden, hiçbir yasa, hiçbir ceza tek başına işe yaramaz.

Çünkü çürüyen sadece sistem değil, değerlerimiz.

Yeniden doğrulmanın yolu ise eğitimden, aileden, empati ve merhametten geçiyor.

Çocuklara sadece bilgi değil, vicdan, merhamet, sevgi ve şefkat gibi duyguları öğretmek gerekiyor.