Diyarbakır… Sadece taşında toprağında değil, tarihinin her satırında da bir ruh taşır. Bu şehir, İslam tarihinin en kıymetli isimlerine, sahabelere ev sahipliği yapan bir mekândır. Bugün dünyada en fazla sahabenin medfun bulunduğu şehir olarak anılmasının bir sebebi vardır. Bu sahabelerin 27’si, Kuşunlu Camii’nin ilerisinde yer alan Hazreti Süleyman Camii’nin huzurlu avlusunda yatıyor. Her biri, Diyarbakır’ın manevi hafızasında yaşayan sessiz birer nefes gibi…

Kurşunlu Camii’nin arkasında bulunan ve Hazreti Yunus Peygamber’e ait olduğu rivayet edilen kabir ise bu maneviyat zincirinin bir başka halkasıdır. Yüzyıllardır buradan yükselen dua, burada edilen niyaz, bu şehrin ruhunu mayalamış; semasına ilahi bir dinginlik bırakmıştır. Dün böyleydi, bugün böyle… Yarın da böyle olmaya devam edecek. Çünkü manevi kimlik bir şehrin damarına işlediyse kolay kolay sökülemez.

Bugün tartışma konusu yapılan Kur’an-ı Kerim tilavetinin Kurşunlu Camii minaresinden seslendirilmesi de aslında mahallelinin kendi talebiyle gerçekleşiyor. Mahalle sakinleri bu sesten rahatsız olmak bir yana, bu sesin varlığını bir huzur kaynağı olarak görüyor. Üstelik sadece onlar değil; yerli ve yabancı turistler de bu manzarayı Diyarbakır’ın özel atmosferinin bir parçası olarak değerlendiriyor. Bu şehirde Kur’an sesi, sokakların doğallığı, kültürün devamlılığı ve tarihin nefesi gibi duyulur.

Fakat ne ilginçtir ki, aynı bölgede bulunan kafelerden yükselen canlı müzik sesi kimseyi rahatsız etmiyor. O müzik, Hazreti Süleyman Camii’nin içinde namaz kılanların bile duyabileceği kadar güçlü ulaşıyorken kimsenin sesi çıkmıyor. Ama iş Kur’an tilavetine gelince birden “rahatsız olduk” söylemleri ortaya çıkıyor. Bu nasıl bir çelişkidir? Bu nasıl bir yaklaşım, nasıl bir hassasiyettir? Müzikten rahatsız olmayan kulak, Kur’an’dan mı incinir? Bu nedenle bu rahatsızlık söylemlerinin arkasında art niyet aramak, zorlama bir yorum değildir; aksine yaşananların tabii bir sonucudur.

Diyarbakır’ın geçmişi, kimliği, inancı bellidir. Bu halk tarih boyunca dinine, değerlerine, kültürüne dört elle sarılmıştır. “İnsan kim olduğunu nasıl unutur?” sorusu bugün daha gür sesle soruluyorsa, bunda bir gerçeklik payı vardır. Çünkü bazı odaklar uzun zamandır toplumsal hafızayı zayıflatmayı, dini ve kültürel bağları gevşetmeyi bir politika haline getirdi. Dinini ve değerlerini yaşamaktan rahatsız olan bir toplum meydana getirmek istediler. Ne yazık ki bazı noktalarda da istediklerini aldılar.

Bugün “Kur’an sesinden rahatsız olduk” diyen kesimin bu noktaya nasıl geldiğini düşünmek gerekir. Bu halk yüzyıllardır ezanın, Kur’an’ın sesini duyarak büyüdü. Bu ses bu şehrin dokusunun ayrılmaz bir parçasıydı. Peki, şimdi ne değişti? Bizi biz yapan değerlerin, bizi ayakta tutan inancın, bizi birbirimize bağlayan kültürün bu kadar kolay unutulmasına kim, nasıl izin verdi?

DEM Parti ve benzeri siyasi anlayışların yıllardır yürüttüğü politika; dini değerleri geri plana iten, toplumu inançsız bir yaşam biçimine yönelten bir çizgi oluşturdu. “Özgürlük” adı altında dayatılan bu hayat tarzı aslında köklerden kopuşun, toplumun kendi kimliğinden uzaklaşmasının bir başka adıdır. Ama bugün görüyoruz ki, bu dayatılan yaşam biçimi mutluluk getirmedi. Aksine insanların elinden değerlerini, çocuklarını, gençlerini aldı. Bugün birçok aile, evlatlarının ellerinin arasından kayıp gitmesine çaresizce tanıklık ediyor. Bu kopuşun acısı bir şehrin üzerinden adeta geçip gidiyor.

Diyarbakır halkı dinine bağlıdır. Değerlerine sadıktır. Bu toprakların ruhu, sahabelerin ayak izleriyle, peygamberlerin hatıralarıyla yoğrulmuştur. Bu şehrin gerçek kimliği Kur’an sesinden rahatsız olmaz; bilakis o sesle huzur bulur. Fakat ipin ucu bir kez kaçtı mı, yeniden tutmak kolay değildir. Bugün yaşananlar tam da budur: Bir kopuşun acı yansımaları.

Şimdi yapılması gereken, bu kopuşu görmezden gelmek değil; aksine bu toplumu kendi değerleriyle buluşturacak adımlar atmaktır. Diyarbakır’ın ruhu hâlâ burada, sokaklarında, camilerinde, insanlarının kalbinde yaşamaya devam ediyor. Sadece o ruhu yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var. Çünkü bir şehir manevi kimliğini kaybederse geriye sadece beton kalır; ama kimliğini yeniden ayağa kaldırırsa asırlık bir medeniyetin nefesi yeniden canlanır.