Türkiye’de ve bölgemizde uyuşturucunun sokaklarımıza kadar inmesinin başlıca iki kaynağının olduğunu görüyoruz.
Bu iki kaynaktan biri PKK, diğeri ülkücü hareketin 70’li yıllardaki mafya yapılanması olduğunu görüyoruz.
PKK ve ülkücü hareket 1970’lerde karanlık örgütlenme yapısı dolayısıyla, yeni mafya ilişkilerine rahatça insan malzemesi oldu.
Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, haraç, kumarhanecilik, çek-senet tahsili gibi işlerde palazlandılar.
Yayımlanan pek çok yerli ve yabancı rapor, 90'lı yıllardan itibaren ta günümüze kadar PKK’nın Türkiye ve Avrupa’da uyuşturucu faaliyetleri hakkında klasörlerle dosyalar var.
PKK’nın, uyuşturucu üretiminden dağıtımına kadar birçok olay basına yaşanmış, on binlerce dava dosyası mahkemelerde görülmüş.
Diyarbakır ve bölge illeri başta olmak üzere batı illerinde ve Avrupa sokaklarına kadar PKK’nın uyuşturucu satışı, ticareti her aşamada kendini gösteriyor.
Güneydoğu’da Diyarbakır, batıda İstanbul ve Avrupa'nın birçok şehrinde PKK’nın uyuşturucu faaliyetlerinden on binlerce insan bağımlı hale getirildi.
Biz dönelim Diyarbakır’a.
Diyarbakır’daki uyuşturucunun imalatı ve sokaklarda satışının büyük kısmı PKK’nin kontrolünde olduğunu görüyoruz.
İşin daha kötü tarafı ise PKK’nın sokaklara yaydığı uyuşturucuya karşı yine PKK’nın ruh ikizi DEM’li belediye başkanlarının uyuşturucu ile mücadele için bir park etkinliğine katılmış.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu… resmen halkın aklı ile oynamak buna denir.
Birde üstüne üstelik bir yürüyüş düzenlenmiş…
Bu yürüyüşü kime karşı yaptınız merak ediyorum doğrusu. Yıllarca çocuklarımızın, gençlerimizin bu illete nasıl bulaştıklarını, ailelerin nasıl çırpındıklarını izlediniz. Kimi uyarıyorsunuz ?
Çürümüş yapıları, her türlü ahlaksızlığı görüp de görmezden gelenlere karşı sessiz kalanlara yapılan bir yürüyüş mü?
Uyuşturucu, artık sadece bireylerin sorunu değil, toplumsal bir felakete dönüşmüş durumda.
Bugün toplum olarak belki de en büyük sınavımızı veriyoruz. Etik, ahlaki ve insani değerlerimiz her geçen gün daha fazla aşındırılıyor. Uyuşturucu bağımlılığı yalnızca bir sağlık ya da güvenlik sorunu da değil, aynı zamanda bir ahlak, bir kültür ve gelecek sorunudur. Gençliğin içine itildiği karanlık, sadece onların değil, hepimizin geleceğini tehdit ediyor.
Diyarbakır başta olmak üzere pek çok kentte, 11 ila 14 yaş arasındaki çocuklar artık uyuşturucuya maruz kalıyor. Bu, ürkütücü olduğu kadar utanç verici de bir durum. Ve bu tablo, bir anda ortaya çıkmadı.
Metruk binalar, parklar, okul kapılarında bekleyen torbacılar yıllarca görmezden gelindi. Bu çocuklara giden yollar göz göre göre açıldı. Bugün toplum olarak bu noktadaysak, bunun arkasında yıllardır uygulanan yanlış politikalar, ilgisizlik ve bilinçli suskunluklar yatıyor.
Uyuşturucu ile mücadele sadece halkın ve sivil toplum kuruluşlarının omuzlarına bırakılacak bir sorumluluk değil. Evet, halk burada ve bu sorunun bir an önce durdurulmasını istiyor.
STK’lar da geleceğimizi tehdit eden bu illet ile mücadele edilmesi için burada. Ama ya kamu kurumları? Ya yerel yönetimler? Ya eğitim sistemi, sosyal hizmet birimleri, belediyeler? Yıllarca Uyuşturucuya giden yollara sevk ettiniz. Uyuşturucu ile mücadele için sözde bir çalışma başlattınız. Bir iki yürüyüş yapmakla, iki nutuk atmakla olacak iş değil. Uyuşturucu ile mücadele ancak topyekûn bir seferberlik ruhu ile mümkündür.
Polisiye tedbirler elbette gerekli ama tek başına yeterli değil. Her sokağa bir polis dikemezsiniz. Asıl olan, çocuklara umut olacak, onları sokaktan, bağımlılıktan koruyacak sosyal ve kültürel projelerdir. Ama kendi değerlerimiz ile yoğrulmuş projeler, batı taklitçiliği ile değil.
Gençleri maneviyata sevk edecek, değerleri ile buluşturacak, onları sanata, spora, eğitime yönlendirecek alanlar açmak gerekiyor. Aksi takdirde gençler, umutsuzluğun pençesinde ya uyuşturucuya sarılacak ya da karanlık yapılar tarafından kullanılacaktır.
Aileler çaresiz, çocuklar ise yalnız. Bu yalnızlığı kırmak hepimizin sorumluluğu. Uyuşturucuya karşı ses çıkarmak, sadece bağımlılıkla mücadele değil, geleceğimizi, insanımızı, çocuklarımızı koruma mücadelesidir. Ve bu mücadelede geç kalmak, sadece bireyleri değil, tüm toplumu kaybetmek anlamına gelir.
Artık bekleme zamanı değil. Herkesin elini taşın altına koyma zamanı. Çünkü bu mesele bir şehrin, bir grubun değil; hepimizin meselesi. Ya birlikte savaşacağız ya da hep birlikte kaybedeceğiz.