Kendisini adeta dünyanın polisi olarak konumlandıran Amerika Birleşik Devletleri, yalnızca küresel siyaseti değil, aynı zamanda dünya ekonomisini de doğrudan etkilemektedir.

Özellikle kendi ülkesinde yaşanan ekonomik sıkıntıları, başka ülkelere uyguladığı gümrük vergisi artışlarıyla dengelemeye çalışması, küresel ticaret düzeninde ciddi dalgalanmalara yol açmaktadır.

Bu kapsamda, dünyanın fabrikası konumuna gelmiş olan Çin’e uygulanan yüksek gümrük vergileri dikkat çekmektedir. Amerika’nın Çin menşeli ürünlere koyduğu ağır vergiler, Çinli üreticileri yeni arayışlara itmiştir.

Çinli firmalar, bu durumun hem kendi üretim zincirlerinde hem de dünya ekonomisinde sorunlara yol açacağını öngörerek, Çin dışındaki birçok ülkede fabrika kurma yoluna gitmekte ve üretimlerini bu ülkeler üzerinden ihraç etmeye çalışmaktadır.

Küresel ticaret dengelerinin hızla değiştiği bu süreçte, ülkeler yalnızca mevcut ekonomik güçleriyle değil, aynı zamanda esnek ve öngörülü politikalarıyla da öne çıkmaktadır. Amerika ile Çin arasındaki ticaret gerilimi, birçok ülke için risk olduğu kadar yeni fırsatlar da barındırmaktadır.

Bu noktada Türkiye, jeopolitik konumu, genç ve dinamik iş gücü ile gelişmiş sanayi altyapısı sayesinde alternatif bir üretim merkezi olarak ön plana çıkabilecek ülkeler arasında yer almaktadır.

Çin’in üretim üslerini taşıyabileceği ülkeler arasında Türkiye de bulunmaktadır. Son dönemde Çinli yatırımcıların Türkiye’deki organize sanayi bölgelerinde üretim yapmak üzere çeşitli girişimlerde bulunduğu görülmektedir.

Bu yatırımlar yalnızca büyük şehirlerle sınırlı kalmayıp, Diyarbakır gibi Anadolu’nun farklı bölgelerinde de gündeme gelmektedir.

Ancak bu potansiyelin hayata geçirilebilmesi için yatırım ortamının güvenilir, sürdürülebilir ve öngörülebilir olması büyük önem taşımaktadır. Yabancı yatırımcıların uzun vadeli planlar yapabilmesi, hukuki güvence, istikrarlı ekonomi politikaları ve hızlı işleyen bürokratik süreçlerle mümkündür.

Özellikle organize sanayi bölgelerinde sunulacak teşviklerin net ve kalıcı olması, Türkiye’yi üretim taşımayı düşünen firmalar açısından daha cazip hale getirecektir.

Çinli firmalar bu stratejiyle, hem Amerika’nın kendilerine uyguladığı yüksek gümrük vergilerinden kurtulmayı hem de üretimlerini sürdürerek dünya pazarlarına erişim sağlamayı hedeflemektedir.

Bu durum, doğru politikalarla yönetildiği takdirde Türkiye için önemli bir fırsata dönüşebilir.

Bu noktada organize sanayi bölgeleri yatırım açısından cazibe merkezleri haline getirilmelidir.

Yatırım yapacak firmalara daha iyi imkânlar sunulmalı, altyapı güçlendirilmeli ve üretimi teşvik eden politikalar hayata geçirilmelidir.

Yabancı firmaların Türkiye’deki şirketlerle ortaklık kurabilmelerinin yanı sıra, kendi başlarına fabrika kurmalarının da önü açılmalı, bürokratik ve resmi prosedürler hızlı ve etkin bir şekilde uygulanmalıdır.

Türkiye’ye yabancı yatırımın gelmesi elbette büyük önem taşımaktadır, ancak bu yatırımların devlet tarafından doğru stratejilerle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Üretimin artması, istihdamın genişlemesi ve ihracatın güçlenmesi, devletin kalkınmasının temel sacayaklarını oluşturmaktadır. Bu nedenle sanayi yatırımları yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal kalkınma açısından da kritik bir rol üstlenmektedir.

Öte yandan, Türkiye’ye gelecek yabancı yatırımlar yalnızca kısa vadeli istihdam artışı olarak değerlendirilmemelidir. Bu yatırımlar, teknoloji transferi ve yerli sanayinin gelişimi açısından da önemli fırsatlar sunmaktadır.

Çinli firmalarla kurulacak iş birlikleri, üretim tecrübesinin paylaşılmasını sağlayarak yerli firmaların küresel rekabet gücünü artırabilir. Böylece Türkiye, sadece üretim yapılan bir ülke değil, katma değeri yüksek ürünler geliştiren güçlü bir sanayi ülkesi haline gelebilir.

Gelişmiş ülkelere bakıldığında, girişimcilik ve inovasyonu en iyi kullanan devletlerin ekonomik olarak öne çıktığı görülmektedir. Çin devleti bu modeli başarıyla uygulamıştır, Türkiye de benzer bir başarıyı yakalayabilir.

Bunun için iki temel unsur ön plana çıkmaktadır: Birincisi, hükümetin sanayiciye ve üreticiye yönelik uygun ve ucuz kredi imkânları sunması, ikincisi ise vergi muafiyetleri ve teşviklerle üretimi desteklemesidir.

Sanayi üretiminin zorlandığı bu dönemde, hükümetin bu iki konuya vereceği önem, sanayicinin önünü açacak, üreticilerin daha büyük ölçekli ve sürdürülebilir yatırımlara yönelmesini sağlayacaktır.

Üretimi destekleyen doğru politikalar sayesinde Türkiye, küresel ekonomik dönüşüm sürecinde güçlü bir üretim ve yatırım merkezi konumuna ulaşabilir.