Bundan yüz yıl önce sömürgecilik kavramı en çok eleştirilen ve yargılanan bir kavramdı. Yaşadığımız çağın olgularına göre sömürgeciliğin daha kuşatıcı özelliklerini barındıran "küreselcilik akımı" dünya toplumlarını tek tipleştirdi.

Dünyanın birçok ülkesinde küreselciliğin despotizmi karşısında yerellik adeta buhar olup uçuyor. Aynı durum Türkiye içinde söz konusu. Özellikle Türkiye'nin batı şehirleri tam bir küreselcilik akımının etkisinde kalırken, son birkaç yıldır doğu illeri de bu akıma kapılmış, yerele ait tüm değerlerini kaybetmeye başlıyor.

Küreselcilik akımının ana merkezi olan tek kutuplu dünya ve tek kutuplu dünyanın hegemonyasında bocalayan yerelliğin tüm özeliklerini yitiriyoruz.

Küreselcilğin saç ayakları olan moda, sinema, dizi, sosyal medya, yemek alışkanlıkları, giyim-kuşam, aile ilişkileri, yaşamsal aktiviteler, değerler, kültürler, toplumsal olgular tek bir kalıptan geçiyor. Küreselciliğin merkezinde yer alan Amerika ve Batı ülkeleri diğer tüm dünya ülkelerini bir uydusu gibi yönlendiriyor. Devletlerde Amerika ve Batı ülkelerinin istediği her türlü zemini yasal mevzuatlarla hazırlayarak toplumların evirilmesini ve öz benliğinden uzaklaşmasını sağlıyor.

Küreselcilik akımının gözle görülecek depremini yaşıyoruz. Küreselcilik akımının etkisiyle başta Türkiye olmak üzere birçok ülke ekonomik, siyasi, kültürel, eğitim, sanat, müzik, çalışma hayatı ve yaşam tarzını batı ülkelerine paralel bir vaziyete şekillendiriyor.

Küreselleşme ile birlikte toplumun altına birer dinamit olarak bırakılan uluslararası sözleşmeler, ahlaki yozlaşmayı artırıp, aile kurumunu çökertiyor, yerele ait değerlerimizi kaybediyoruz. İstanbul sözleşmesi, 6284 sayılı kanun, LGBT faaliyetlerinin serbest edilmesi, akademide sapkın ideolojilerin benimsetilmesi, üniversitelerde üryanlığın tüm şehirlerde yaygınlaştırılması, kültür festivalleri adı altında ahlaksızlığın normalleştirilmesi ve bunun gibi daha yüzlerce sebepten dolayı yerele ait tüm değerlerimizi yitiriyoruz.

Yaşadığımız çağ, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir toplumsal karmaşaya sahne oluyor.

Küreselleşmenin etkisi ile teşhircilik artık sıradan bir Anadolu'nun kasabasına kadar sızmış durumda. Daha düne kadar toplumun tepkisini çeken olgular küreselleşmenin etkisi ile artık sıradanlaşıyor. İç politikada siyasi aktörlerde küreselleşmenin rüzgarına kapılıp, küreselciliğin marjinal ayaklarının sağlam yere basmasına zemin hazırladı. Özellikle LGBT faaliyetlerinin yaygın hale getirilmesinde, kültür festivali adı altında her türlü ahlaksızlığın yaygınlaşmasında toplumun tüm değerleri yerle yeksan ediliyor.

Bundan otuz yıl önce Diyarbakır’a gelen bir turist, sokağa adımını atar atmaz kıyafetinden, yürüyüşünden, bakışından yabancı olduğunu belli ederdi. Çünkü yerelin kimliği o kadar belirgindi ki, farklı olan hemen göze çarpardı.

Peki, ya bugün? Bugün Diyarbakır sokaklarında gezen bir turist ile orada yaşayan bir genci birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız. Çünkü küreselleşmenin tek tipleştirici dalgası, yerelin tüm işaretlerini silip süpürdü.

Sözüm ona “küresel köy” dedikleri bu dünyada, aslında farklılıklarımız törpülendi. Yerele ait ne varsa asimilasyona uğratıldı. Kıyafetimizden mutfağımıza, inancımıza kadar her şey tek bir kalıba sokuldu. Bize ait olanın yerine, ekranlardan dayatılan sahte bir “ortak kültür” geçti. Sonuç ortada, kimliksiz, köksüz, yüzeyselleştirilmiş bir toplumsal yapı.

Söz konusu toplumsal ahlak erozyonuna küresel ile yerelin iç içe geçtiği aslında yerelin yok edildiği, "Kü-Yerel" bir model ortaya çıkardılar.

Burada asıl mesele, yalnızca kültürel değerlerimizin kaybı değil. Daha vahim olan, bu tek tipleştirici süreçle birlikte ahlaki yozlaşmanın da yaygınlaşmasıdır. Çünkü köklerinden koparılmış, özünden uzaklaştırılmış toplumlar en kolay şekilde manipüle edilir. Ahlakın, edebin, toplumsal dayanışmanın yerine teşhircilik, bencillik ve gösterişçiliğin alması tesadüf değildir.

Bugün geldiğimiz noktada mesele, sadece kıyafetlerin benzeşmesi ya da kültürel ögelerin kaybolması değil; insanın özünün kaybolmasıdır. Kendi kimliğinden uzaklaşmış, değerlerini yitirmiş, sürekli tüketmeye ve teşhir etmeye koşullanmış bir toplumsal profil ile karşı karşıyayız. İşte küresel teşhircilik tam da budur: insanın hem yerel kimliğini hem de ahlaki bütünlüğünü erozyona uğratan, sahte bir ortak kültür dayatması.

Biz bu küresel rüzgâra kapılıp sürüklenmeye devam mı edeceğiz, yoksa kendi yerel değerlerimizi yeniden hatırlayıp kimliğimize sahip mi çıkacağız? Unutmayalım, yerelin özgünlüğünü yitirdiği bir dünyada, küreselin de bir anlamı kalmaz. Çünkü insanı insan yapan, farklılıkları ve kökleridir. Eğer biz kendi köklerimizi teşhircilik uğruna kaybedersek, geriye yalnızca kimliksiz bir kalabalık kalır.