Türkiye ekonomisi son yıllarda bazı uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları büyüme rakamları açıklamalar ile dikkat çekse de bu büyümenin toplumsal kalkınmaya ne ölçüde yansıdığı tartışma konusudur. Peki, büyüme ile kalkınma aynı şey midir?

‘Ekonomik büyüme, üretim, yatırım ve dış ticaret gibi göstergelerle ölçülür.’

Gayrisafi Millî Hasıla (GSMH) artışı, bir ülkenin ekonomik hacmindeki genişlemeyi, ifade eder.

Ancak ‘kalkınma, yalnızca rakamlarla değil, toplumun refahı, yaşam kalitesi, adalet ve fırsat eşitliğiyle ilgilidir.’

Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmadan, kişi başına düşen öğretmen ve doktor sayıları artırılmadan, gelir dağılımındaki zengin-fakir uçurumu daraltılmadan büyümenin topluma gerçek bir katkı sağlaması mümkün değildir.

Türkiye’de kişi başına düşen millî gelir belirli oranlarda artsa da pek çok bölgede hâlâ eğitim altyapısı yetersiz, genç işsizlik yüksek, yoksulluk derin bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir.

“Ekonomik veriler olumlu görünse bile, bu göstergeler toplumun geneline refah getirmediği sürece 'kalkınma'dan söz etmek güçtür.”

Bir ülkenin kalkınabilmesi için sanayi üretiminin artması yeterli değildir. Kurumsal yapılar, hukuk devleti ilkeleri, demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi temel unsurlar da bu sürecin vazgeçilmez parçalarıdır.

‘Güçlü kurumlar ve katılımcı bir sivil toplum olmadan sürdürülebilir kalkınma sağlamak zordur.’

“Kalkınma, bireyin hayatına dokunmalıdır.”

Eğer ekonomik büyüme, istihdam yaratmıyorsa ve özellikle gençler iş gücüne katılamıyorsa, toplumda umutsuzluk artar, huzursuzluk yayılır.

Son yıllarda şehir hastaneleri, otoyollar ve altyapı projeleri gibi fiziksel yatırımlarda ilerleme sağlanmıştır. Ancak aynı gelişimi eğitim kalitesinde ya da gençlerin gelecek umudunda görebilmek hâlâ mümkün değil.

Büyük projelere ayrılan kamu kaynakları, toplumsal hizmetlere yeterince yönlendirilmezse, sosyal adaletsizlikler ve gelir eşitsizlikleri daha da derinleşebilir.

Eskiden “Orta direk” olarak bildiğimiz kesimin ekonomik baskılarla eridiği ve gelir dağılımındaki makasın açıldığını hepimiz görebilmekteyiz.

Bu noktada şu sorular önemlidir. Türkiye’de ekonomik büyümeden kim, ne ölçüde fayda sağlıyor? En zengin ile en yoksul arasındaki fark daralıyor mu? Vatandaşın cebindeki para, çarşı-pazar fiyatlarına yetiyor mu? Bu sorular kalkınmanın gerçek fotoğrafını ortaya koymaktadır.

Pek çok uzman;

“Yalnızca belirli kesimlere yarar sağlayan bir büyümenin, uzun vadede toplumsal sorunlara yol açacağını belirtmektedir.”

Ayrıca büyüme, enflasyonla paralel gerçekleştiğinde, ‘gelir artışları fiyat artışlarının gerisinde kalırsa,’ halkın alım gücü düşer ve büyüme geniş kesimler için anlamsız hâle gelir.

“Kalkınma, refahın toplumun tüm kesimlerine yayıldığı bir düzen içinde gerçekleşmelidir. Tabana yayılmayan kalkınma, toplumsal güveni zedeler ve ekonomik başarının sürekliliğini tehlikeye atar.”

Finansal istikrar da kalkınmanın temel taşlarındandır. Küresel piyasalarda yaşanan dalgalanmalar, Türkiye’nin finans sistemini doğrudan etkileyebilmektedir.

Son dönemde bazı büyük firmaların yüksek faiz oranları nedeniyle finansal sıkıntılar yaşayıp iflas ettiği ve konkordato ilan ettiği görülmektedir. (Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2025 EYLÜL itibariyle 24 milyon 441 bin icra iflas dosyası mahkemelerde bulunuyor.)

Bu süreçten en çok küçük işletmeler ve dar gelirli vatandaşlar etkilenmektedir.

“Girişimciliğin desteklenmesi, küçük ve orta ölçekli işletmelere uygun kredi olanakları sunulması, yurtiçi tasarrufların verimli yatırımlara yönlendirilmesi gibi politikalar hem ekonomik büyümeyi hem de kalkınmayı destekleyecek stratejik adımlardır.”

Türkiye’nin kalkınması için ekonomik büyüme önemli olsa da tek başına yeterli değildir. Büyümenin, sosyal adalet, eğitimde kalite, sağlık hizmetlerine erişim, hukuk devleti ve şeffaf kamu yönetimi ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına, akademiye ve medya organlarına önemli görevler düşmektedir.

Kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir kalkınma modeli, Türkiye’nin geleceğini inşa etmek için temel öncelik olmalıdır.

Yeter ki kurumsal ve kuralsal bir yapı ile şeffaf ve hesap verebilirlik ilkeleri ile hükmeden bir yönetim olsun.