Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm, önderimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya, âline ve ashabının üzerine olsun.

Hicret, İslam tarihinde yalnızca mekânsal bir göç değil; ahlâk, toplum ve medeniyet inşasının başlangıcıdır. Bu yazımızda, hicreti siyer bağlamında ele alarak onun günümüz Müslümanının ahlâkî, sosyal ve bireysel sorumluluklarına bakan yönünü analiz etmeye çalışacağım. Resûlullah’ın (s.a.v.) hicret sürecindeki emanet ahlâkı, Medine’de kurulan kardeşlik sistemi ve toplumsal adalet anlayışı üzerinden modern çağın problemleriyle mukayeseli bir değerlendirme yapacağım.

İslam tarihi, yalnızca olaylar zinciri değil; aynı zamanda ahlâk, sorumluluk ve fedakârlık üzerine kurulu bir bilinç tarihidir. Bu tarihin en belirleyici dönüm noktalarından biri hicrettir. Hicret, zulüm ortamından çıkış olduğu kadar, yeni bir toplumsal düzenin inşasını da ifade etmektedir. Bu yönüyle hicret, yalnızca geçmişe ait bir hadise değil, günümüz Müslümanının hayatına yön veren diri bir ilkedir

Hicret, Resûlullah’ın (s.a.v.) hayatında stratejik, ahlâkî ve tebliğ merkezli bir dönüm noktasıdır. Mekke’de iman edenler ağır işkencelere maruz kalmış, boykotlarla kuşatılmış ve sosyal hayattan tecrit edilmiştir. Bu şartlar altında hicret bir kaçış değil, ilahî bir plan doğrultusunda yeni bir medeniyetin başlangıcı olmuştur.

Hicret gecesinde Resûlullah’ın (s.a.v.) Hz. Ali’yi yatağına yatırması ve kendisine emanet edilen malları sahiplerine iade ettirmesi, İslam ahlâkının emanet merkezli karakterini açıkça ortaya koymaktadır. Düşmanlarının dahi emanetini koruyan bir Peygamber ahlâkı, hicretin yalnızca coğrafî değil, ahlâkî bir boyuta sahip olduğunu göstermektedir.

Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten sonra ilk olarak mescidi inşa etmiş, ardından Muhacir ile Ensar arasında kardeşlik tesis etmiştir. Bu kardeşlik, yalnızca manevi bir bağ olmayıp malın, emeğin ve hayatın paylaşıldığı fiilî bir dayanışma sistemidir.

Medine toplumu;

Adalet,

Şûra,

Sosyal denge,

Ekonomik paylaşım

ilkeleri üzerine inşa edilmiştir. Bu yapı, İslam’ın bireysel bir inanç sistemi değil, hayatı kuşatan bir nizam olduğunu göstermektedir.

Resûlullah’ın (s.a.v.) “Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığını terk edendir.” hadisi, hicretin evrensel boyutunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda günümüzde hicret;

Günahlardan uzaklaşmak,

Nefsin arzularını terk etmek,

Dünyevî bağımlılıklardan sıyrılmak

şeklinde tezahür etmektedir.

Modern çağda hicret, coğrafyadan çok alışkanlıklar ve tercihler üzerinden yaşanmaktadır. Dijital bağımlılık, tüketim kültürü ve konfor merkezli hayat anlayışı karşısında Müslümanın yapması gereken hicret, kalbini yeniden Allah’a yöneltmesidir.

Kur’ân ve sünnette emanet; sadece mal değil, yetki, makam, ilim, aile ve zaman gibi geniş bir anlam alanına sahiptir. Resûlullah’ın hicret sürecinde bile emanetleri gözetmesi, bu kavramın İslam’daki merkezi konumunu ortaya koymaktadır.

Günümüzde ise emanet bilinci ciddi bir aşınma yaşamaktadır. Liyakat yerine yakınlık, hak yerine menfaatin öncelenmesi toplumsal güveni zedelemektedir. Bu durum, Medine toplumunun ruhundan uzaklaşmanın en belirgin göstergelerinden biridir.

Ashâb-ı kirâm, hicret ederken mallarını, yurtlarını ve sevdiklerini geride bırakmışlardır. Onlar imanlarını konforun önüne koymuşlardır. Günümüzde ise yaygın olan anlayış, bedelsiz bir dindarlık tasavvurudur. Oysa hicret, imanın bedel istediğinin en açık delilidir.

Hicret, yalnızca tarihsel bir olay değil, kıyamete kadar sürecek bir bilinçtir. O, kalplerden, tercihlerden ve hayat tarzlarından geçen sürekli bir dönüşümü ifade eder. Bugün ümmetin yeniden dirilişi; hicret ahlâkının, emanet bilincinin ve kardeşlik ruhunun yeniden ihyasına bağlıdır.

Sonuç olarak hicret bitmemiştir; sadece yön değiştirmiştir. Topraklardan kalplere, şehirlerden ahlâka taşınmıştır.