Yazımıza soru ile başlayalım.

Yetimler Vakfı ve Umut Kervanı, neden hâlâ statü dışında?

‘Kamu yararına çalışan vakıf statüsü’ neden bu iki kuruluştan esirgeniyor?

Türkiye’de en prestijli ve avantajlı sivil toplum kuruluşları arasında yer alan "kamu yararına çalışan vakıflar" hem mali hem de kurumsal anlamda önemli ayrıcalıklara sahipler. Bu statüyü alan vakıflar; vergi muafiyetlerinden bağışçı desteğine, kamu projelerine erişimden, gayrimenkul kullanımına kadar geniş bir yelpazede destekleniyor.

Peki bu statü sadece belli vakıflara mı mahsus?

Ya devletin bile ulaşamadığı coğrafyalarda, binlerce ihtiyaç sahibine yardım ulaştıran kuruluşlar ne olacak?

İşte bu noktada, toplumun vicdanında zaten yer etmiş olan Yetimler Vakfı ve Umut Kervanı gibi iki güzide yardım kuruluşunun hâlâ bu statüye kavuşamaması ciddi bir soru işareti olarak karşımızda duruyor.

Kamu yararına çalışan vakıf statüsü, sadece bir unvan değil; aynı zamanda kurumsal sorumluluğun ve şeffaflığın da teminatıdır.

Bu statüye sahip vakıflar:

-Vergi muafiyetlerinden yararlanır.

-Devlet projelerine ortak olabilir.

-Bağışçılar için mali avantaj sağlar.

-Profesyonel gönüllüleri daha kolay çeker.

-Daha büyük çapta sosyal projeleri sürdürülebilir şekilde yürütür.

Ve en önemlisi, toplumun güvenini kazanır.

Bir iş adamı ya da sıradan bir vatandaş, bu statüye sahip bir vakfa gönül rahatlığıyla bağış yapar. Çünkü bilir ki bu kurumlar şeffaf, hesap verebilir ve kamunun yararını gözeten kuruluşlardır.

Yetimler Vakfı ve Umut Kervanı: "Kamu Yararının Ta Kendisi"dir.

Yetimler Vakfı ve Umut Kervanı, başta Diyarbakır olmak üzere birçok şehirde ihtiyaç sahiplerine kol kanat gerdiriyor, dezavantajlı durumda olan ailelere maddi ve manevi destekte bulunuyor. Özellikle deprem felaketinin olduğu dönemde depremzedelerin imdadına yetişen güzide kuruluşlar arasında yer aldığını hepimiz gördük.

Bu güzide iki kuruluş sadece Türkiye içinde değil; İslami ve insani sorumlulukla Filistin, Yemen, Afganistan, Somali, Mali, Çad, Tanzanya, Suriye, Uganda, Nijerya, Makedonya… Küba’ya kadar toplamda 44 ülkede mağdur ve ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor. (Bu bilgileri Vakıf yetkililerinden aldım)

“Bir kişiye iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme, balık tutmayı öğret.” Bu söz aslında çok şeyi ifade ediyor.

Hatta öğrendiğim bilgilerde yardım yaptıkları ülkelerde coğrafi şartlara göre iş imkanları da oluşturuyorlarmış.

Örneğin; mağdur ailelere geçimlerini sağlayabilmeleri için küçükbaş hayvan yardımı yaparak istihdam olanakları sağlıyorlar.

Bazı ülkelerde ise dezavantajlı durumda olan ailelere terzilik gibi mesleki eğitimleri veriyorlar. Mesleki eğitimlerini tamamlayanlara daha sonra terzi makinası alıp kişilerin ailelerine yardımcı olmalarını sağlıyorlar.

Hayvancılık, mesleki eğitim, meslek edindirme, zanaat konularında oluşturmuş oldukları istihdamın takibini belli periyotlarla yapıyorlar.

Binlerce aileye ayni ve nakdi yardım, yetimhane evleri açma, çocuklara kırtasiye ve kıyafet desteği, sağlık hizmeti -ilaç ve tıbbi müdahale-, su kuyuları açma, yüzlerce kurban kesimi ve binlerce insana et dağıtımı...

Bu çalışmaları bir kamu kurumu değil, sivil inisiyatifle kurulmuş bu vakıflar yürütüyor. Devletin ulaşamadığı noktalara uzanan bu yardımlar, bağışçılarla ihtiyaç sahipleri arasında bir köprü görevi görüyor. Üstelik tüm bu süreçleri belgeleriyle kamuoyuna raporluyor, şeffaflıkla ekranlarda sunum yapıyorlar.

Peki böyle bir kuruma neden hâlâ “kamu yararına çalışan vakıf” statüsü verilmiyor?

Soru Net, Cevap Nerede?

Bu iki vakıf daha ne yapmalı?

Yardımlarını şeffaf şekilde kamuoyuyla paylaşmaları yetmiyor mu?

Her yıl binlerce insana umut olmaları, yeterli bir gerekçe değil mi?

Kendi kıt imkanları ile bu muhteşem hizmetleri yapması nasıl görülmez?

Sosyal devlet anlayışı bunu gerektirmez mi?

Devletin gözetiminde olmayan ama devletin ulaşamadığı yerlerde sorumluluk üstlenen bu kuruluşlar, aslında devletin sosyal görevlerini tamamlayıcı bir rol üstleniyor.

Dolayısıyla bu vakıflara verilecek olan statü, sadece bir onay değil, toplumsal sorumluluğun ve iş birliğinin taçlandırılması anlamına geliyor. Devletin bu iki kuruluşa statü vermesi aslında devletin kendisine -yardımı götüremediği yerlerde- statü vermesi değil mi?

Samimiyetle, inançla, fedakarlıkla, herhangi bir art niyet olmadan yardım eden bu kuruluşlar da amaç; daha fazla İNSANIN yardım yapması ile daha fazla İNSANA yardım ulaştırmaktır.

Bunun canlı şahidi başta Diyarbakır‘dır, Türkiye’dir, Ortadoğu’dur, Asya’dır, Afrika’dır.

Son söz: “Kamu yararını görmek için göz değil, gönül gerekir.”

Hayırseverlerin daha çok destek verebilmesi, daha fazla insanın yardım alabilmesi için bu iki vakfın kamu yararına çalışan vakıf statüsü alması artık bir zorunluluktur.

Bu konuda atılacak adım, sadece Yetimler Vakfı ve Umut Kervanı’nı değil; toplumun tamamını güçlendirecek ve insanlarda yardım duyarlılığını artıracak bir adımdır.

Yetimler Vakfı ve Umut Kervanı büyük organizasyonel yapıda olup güvenilirliğini ispatlamış büyük vakıflardır. Kamu yararına çalışan vakıf statüsüne alınması ciddi şekilde değerlendirilmeli.

Devletin, bu vakıfların sesini duyması ve gerekeni yapması artık bir vicdan meselesidir.