İnsanlık tarihinin büyük bölümünde, sekiz saatlik kesintisiz uyku norm değildi. İnsanlar geceleri genellikle iki bölüm halinde uyurdu: “ilk uyku” ve “ikinci uyku”. Bu iki uyku arasında bir saat veya daha uzun süren bir uyanıklık aralığı olurdu. Avrupa, Afrika, Asya ve diğer bölgelerden gelen tarihî kayıtlara göre, insanlar gece çöktükten sonra erken saatlerde uyur, gece yarısı civarında uyanır ve kısa bir süre uyanık kaldıktan sonra sabaha kadar tekrar uyurlardı.

İki uyku arasındaki uyanıklık

Gecenin bu şekilde ikiye bölünmesi, zaman algısını da değiştirebilirdi. Bu sessiz ara, geceye belirgin bir “orta nokta” kazandırarak uzun kış gecelerinin daha kolay geçmesini sağlamış olabilir. Bazı insanlar bu sürede ocağı karıştırır, hayvanlarını kontrol eder veya mektup ve günlüklerde anlatıldığı gibi sessizce okur, yazar ya da aile ve komşularla sohbet ederdi.

İkinci uykunun kaybolması

İkinci uyku düzeninin ortadan kalkması, son iki yüzyılda toplumda yaşanan köklü değişimlerle bağlantılıdır. Bunların başında yapay aydınlatma gelir. 1700 ve 1800’lerde gaz lambaları, ardından elektrikli aydınlatmalar geceleri daha uzun süre uyanık kalmayı mümkün kıldı. Parlak ışığa maruz kalmak, biyolojik saati (sirkadiyen ritmi) kaydırarak geceyi ikiye bölmeyi zorlaştırdı.

Sanayi Devrimi de uyku düzenini değiştirdi. Fabrika vardiyaları ve düzenli çalışma saatleri, kesintisiz ve tek blok hâlinde uyumayı teşvik etti. 20. yüzyılın başlarında, sekiz saatlik kesintisiz uyku fikri, uzun süredir süregelen çift uyku alışkanlığının yerini aldı.

Doğal ışık ve uyku ritmi

Uyku laboratuvarı deneyleri, uzun kış gecelerini taklit eden ortamda insanların hâlâ iki bölümlü uyku düzenine döndüğünü gösteriyor. 2017’de yapılan bir araştırmada, elektriksiz yaşayan Madagaskarlı tarım topluluklarının çoğunlukla iki bölümlü uyku şeklini sürdürdüğü görüldü.

Işık, iç saati belirler ve zaman algısını etkiler. Özellikle sabah ışığı, vücutta kortizol üretimini uyarır ve melatonin’i baskılar; kış aylarında sabah ışığının geç ve zayıf olması, sirkadiyen ritimle uyumu zorlaştırır.

Zaman yalıtımı yapılan laboratuvarlarda veya mağaralarda yapılan deneylerde insanlar, günlerin geçtiğini yanlış hesaplamış ve zaman algısının kolayca bozulabileceğini göstermiştir. Benzer durumlar kutup kışı yaşayan bölgelerde de gözlemlenir; burada yaşayanlar, güneşin uzun süre doğup batmamasına rağmen genellikle daha iyi adapte olurlar.

Muhabir: Ahmet Bilal Damar