Son günlerde yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları ile ülke gündemi birden bire sarsıldı. Hafızamız almıyor, nasıl olur da halkın malına, tüyü bitmemiş yetimin hakkına el uzatılıyor.
Ayakkabı ve baklava kutularında çıkan rüşvet paraları, yolsuzluk çarkı baş döndürücü seviyelere ulaştı maalesef.
"Demokratik ülkelerde yasalar halk için vardır" denir. Doğru. Ama ne zaman ki bazı yöneticiler hukuku, halkı ve vicdanı hiçe sayarak kendi bildiklerini okumaya başlar, işte o zaman "kutular" devreye girer.
Ayakkabı kutusu…
Baklava kutusu…
Ve günün sonunda tabut kutusu…
Kulağa ağır geliyor olabilir ama sormak zorundayız: Bu kadar yolsuzluk, bu kadar arsızlık içinde, bir gün tabut kutusuna gireceğinizi hiç mi düşünmüyorsunuz?
Halktan oy isterken ne kadar masumsunuz! "Hizmet edeceğiz" diyorsunuz, "adalet getireceğiz" diyorsunuz… Sonra? Sonra başkan seçilince birden işler değişiyor. Güç, bir zehir gibi damarlarınızda dolaşmaya başlıyor ve her şeyin sahibi gibi davranıyorsunuz. Sanki seçilmek, halkı kandırıp cepleri doldurma ruhsatıymış gibi…
İslam tarihinde, bir zekât memuru, topladığı zekâtı Peygamber Efendimiz’e getirip:
"Ya Resulallah, bu zekattır; bunun yanında ayrıca bunları da bana, benim için verdiler" demiş.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) şöyle cevap vermiştir:
"Eğer zekât memuru olmasaydın, sana zekâtın dışında bir şey verirler miydi?"
Bu cevapla Peygamberimiz, zekât memurunun kendisi için ayrı bir hediye ya da ek gelir beklemesinin doğru olmadığını, zekât görevini yapması için verildiğini ve onun dışında bir şey alamayacağını nazikçe belirtmiştir.
Hiçbir yönetici kendi bulunduğu konumu unvanı su-i istimal edecek haksız kazanç elde edecek bir duruma düşmemelidir, buna hakkı yoktur.
Şimdikiler ne nezaketten ne de cezalandırmadan anlıyor.
Oysa neydi asli görev? Vatandaşın ihtiyacını görmek, adaletle yönetmek, kamu malına el uzatmamak. Ne oldu bunlara?
Görüyoruz ki bazıları için hizmet aşkı, sadece seçimden seçime. Şeffaflık yok, hesap verebilirlik yok. Sorulunca da ya susuluyor ya saldırılıyor. Çünkü hesap vermek istemeyen çok. Çünkü halkın cebinden geçen parayla zenginleşen, ardından da üç maymunu oynayan çok.
Burnunuzdan gelsin mazlumun lokması.
Burnunuzdan gelsin yetimin hakkı.
Devletin bu noktada daha etkin olması gerek. "Nereden buldun?" yasası hâlâ rafta duruyor. Denetim şeffaf değil. Gelen götürüyor, giden götürüyor. Üstelik neredeyse alıştık buna. Bu normalmiş gibi davranan bir kitle oluştu. Asıl korkunç olan da vicdanın yavaş yavaş körelmesi değil mi?
Her hırsızın başına polis dikemeyiz, evet. Ama her yöneticinin vicdanına bir pusula koyabiliriz. Bu pusulayı; eğitimle, ahlakla, kamu bilinciyle inşa edebiliriz. Hırsızlık sadece ceza yasasında değil; kalpte de suç sayılmalı.
Seçmen olarak biz de hatalıyız. Kime oy verdiğimizi sorgulamak, sorgulatmak zorundayız. Sözlere değil, icraata; yaldızlı afişlere değil, gerçeğe bakmalıyız.
Bugün birilerinin lüks içinde yaşaması için değil, halkımızın insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilmesi için mücadele etmeliyiz. Oysa şimdi görüyoruz ki bazıları vicdanı değil, cüzdanı tercih etmiş. Adaletin sağlanması mahkeme salonlarından önce vicdanlarda olmalı.
Bu gidişat değişmeli.
Şeffaflık bir lütuf değil, mecburiyettir.
Hesap verebilirlik bir korku değil, erdemdir.
Bu tür hırsızlıkları yapanların soruşturmaları siyasi saiklerle değil, toplum vicdanını rahatlatma açısından herkese şâmil olması gerekir. Bendendir karışmayalım anlayışını yıkmamız lazım.
Hukuk herkes içindir.
Sivil toplum kuruluşları, medya, birey… Herkesin bu denetim zincirinin bir halkası olma zamanı geldi. Çünkü bir gün sıra hepimize gelecek. Kutular arasında tercih yapmak zorunda kalacağız:
Ayakkabı kutusu mu?
Baklava kutusu mu?
Yoksa vicdan kutusu mu?
Ya da tabut kutusu mu?
Tercih sizin!