1930’lu yıllar Türkiye için büyük bir dönüşümün, modernleşme ve batılılaşma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdi. Bu süreçten tarihi kent dokuları da nasibini aldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında “çağdaş şehircilik” anlayışıyla yapılan düzenlemeler, kimi zaman binlerce yıllık yapıları tehdit etti. Diyarbakır Surları da bu kapsamda yıkım tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Cumhuriyet’in ilanından sonra şehirlerin imar planları dönemin “modernleşme” idealleri doğrultusunda şekillendirildi. Bu ideallerin önemli bir parçası ise dar sokakların genişletilmesi, şehirlerin “açık ve nefes alan” mekanlara dönüştürülmesiydi.

Bu kapsamda 1930 yılında Diyarbakır Surları'nın bir kısmı, dönemin valisi Faiz Ergun'un talimatıyla yıkılmak istendi. Yıkım gerekçesi olarak, surların "şehre hava girmesini engellediği" ve "bulaşıcı hastalıkların yayılmasına neden olduğu" öne sürüldü.

Ancak bu girişim, yerel halkın ve bazı aydınların tepkisiyle karşılaştı. Özellikle surların tarihi ve kültürel değeri, bölge halkı tarafından ısrarla vurgulandı. Ayrıca dönemin önemli bir arkeologu olan Fransız Albert Louis Gabriel'in müdahalesiyle durduruldu. Gabriel, Diyarbakır'a yaptığı ziyaret sırasında surların tarihi ve kültürel önemini vurgulayarak, yıkımın durdurulması için raporlar hazırladı.

Gabriel'in çabaları sayesinde, surların büyük bir kısmı korunabildi. Ancak, Dağkapı ile Urfakapı arasındaki bir bölüm, yıkım sürecinden nasibini aldı.

Sonuç olarak, yıkım planlarının tamamı uygulanamadı ve surların büyük bölümü korunabildi.

Bugün UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Diyarbakır Surları, yalnızca bir savunma yapısı değil, aynı zamanda kentin tarihsel belleğini taşıyan eşsiz bir miras olarak varlığını sürdürüyor. 1930’larda yıkım tehdidiyle karşılaşan bu eşsiz yapı, bugün geçmişin korunmasının ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Muhabir: Ahmet Bilal Damar