Türkiye ekonomisinin temel üretim ve ihracat alanlarından biri olan tekstil sektörü, son yıllarda artan maliyetler, yüksek enerji giderleri ve küresel rekabet nedeniyle zorlu bir dönemden geçmektedir.
Tekstil sektörü, emeğin yoğun yapısı sayesinde hem istihdam hem de ihracat açısından Türkiye’nin en önemli sanayi alanlarından biridir. Uzun yıllar boyunca ucuz işgücüne dayalı üretim modeli sayesinde rekabet gücünü koruyan sektör, bugün artan maliyetler ve küresel piyasa baskılarıyla karşı karşıyadır. “Tekstil bitiyor mu?” sorusu, yalnızca sanayi çevrelerinin değil, aynı zamanda ekonomi politikalarının da gündemindedir.
Gelişmiş ülkelerde tekstil üretimi düşük maliyetli ürünlerden katma değeri yüksek, tasarım odaklı ve teknolojik ürünlere evrilmiştir. Türkiye ise uzun süre düşük işgücü maliyetine dayalı üretim avantajıyla büyümüştür. Ancak son yıllarda artan ücretler, enerji maliyetleri, kira giderleri ve hammadde fiyatları, üreticiler üzerinde ciddi baskı oluşturmuştur.
Türkiye’nin önde gelen tekstil firmaları, geçen ay basına yaptıkları açıklamalar ile, sektördeki sürdürülemez maliyet artışlarının devam etmesi hâlinde birçok fabrikanın önümüzdeki yıl üretimi durdurabileceğini belirttiler. Bu durum, istihdamın yüksek olduğu sektör açısından sosyal bir krizi de beraberinde getirebilir.
Tekstil işletmeleri, pandemiyle başlayan ve ekonomik dalgalanmalarla devam eden süreçte önemli bir direnç göstermiş olsa da mevcut ekonomik koşullar uzun vadede üretim kapasitesini olumsuz etkilemektedir.
Tarih boyunca tekstil üretimi genellikle düşük maliyetli ülkelerde yoğunlaşmıştır. Almanya ve İngiltere gibi sanayileşmiş ülkeler, artan işgücü giderleri nedeniyle tekstil üretiminden çekilerek bu alandaki yatırımlarını Asya ve Afrika ülkelerine kaydırmıştır.
Bugün de benzer bir eğilim Türkiye’de görülmektedir.
Başta Mısır olmak üzere, Bangladeş ve Pakistan gibi ülkelerde işçi ücretlerinin ve enerji maliyetlerinin düşük olması, bu ülkeleri küresel tekstil pazarında avantajlı hâle getirmektedir.
Ancak sektördeki geleceği yalnızca ucuz işgücü belirlememelidir. “Dijital tekstil baskısı, otomasyon, -makinalaşma-, akıllı kumaş teknolojileri ve sürdürülebilir üretim modelleri, tekstilin yönünü belirleyen yeni faktörlerdir.” Türkiye’nin bu teknolojik dönüşüme ayak uydurması, verimlilik ve kalite açısından büyük önem taşımaktadır. Dijitalleşme, ilk aşamada yatırım maliyeti doğursa da uzun vadede üretim hızını artırmakta, israfı azaltmakta ve uluslararası rekabet gücünü güçlendirmektedir.
Diğer yandan, ‘tekstil sektöründe markalaşma da hayati önemdedir.’ Sadece fason üretim yapan işletmelerin rekabet gücü sınırlıdır. “Made in Turkey” markasının dünya pazarlarında kalite, tasarım ve yenilikle anılması, sektörü yeniden canlandırabilir. ‘Katma değeri yüksek ürün üretimi, yalnızca üreticilerin değil, tasarımcıların, moda girişimcilerinin ve teknoloji firmalarının da katkısıyla mümkündür.’
Tekstil sektörünün daralması yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal sonuçlar da doğurur. Türkiye’de özellikle kadın istihdamı büyük oranda tekstil sanayisine dayanmaktadır. Fabrika kapanmaları, binlerce kişinin işsiz kalması ve bölgesel gelir kaybı anlamına gelmektedir. Bu nedenle, sektöre yönelik desteklerin yalnızca ekonomik değil, sosyal kalkınma politikaları çerçevesinde de ele alınması gerekir.
Türkiye’de tekstil sektörü, hem üretim kapasitesi hem de istihdam potansiyeliyle stratejik öneme sahiptir. Ancak artan enerji, kira ve işgücü maliyetleri üretimi zorlaştırmakta, firmaları rekabetten uzaklaştırmaktadır. Hükümetin sektöre yönelik vergi indirimleri, enerji teşvikleri ve ihracat destekleri sunması büyük önem taşımaktadır.
Uzun vadede, sektörün geleceği ucuz üretime değil, markalaşmaya, teknolojiye ve sürdürülebilir üretim anlayışına bağlıdır. Katma değeri yüksek ürünlere yönelen, dijitalleşen ve çevreye duyarlı bir tekstil stratejisi, hem ulusal ekonomiye katkı sağlayacak hem de Türkiye’yi yeniden küresel bir üretim üssü hâline getirecektir.