SUYUN BEDELİ ADALET Mİ, ZULÜM MÜ?

Abone Ol

Mezopotamya, tarihin en kadim uygarlıklarına beşiklik etmiş, Dicle ve Fırat’ın bereketiyle yoğrulmuş bir coğrafya.

Bu topraklarda su, yalnızca hayatı devam ettiren bir kaynak değil, aynı zamanda halkların hafızasını, kültürünü ve dayanışmasını taşıyan yaşamsal bir varlıktır.

Ne var ki bugün, suyun bu kutsal anlamı büyük ölçüde yitirilmiş durumda. Su, bir tahakküm ve egemenlik aracına dönüştürülüyor; birilerinin kasasını doldurmak uğruna halkın en temel ihtiyacı üzerinden kâr hesapları yapılıyor.

Oysa su hayattır. Su, Rabbimizin tüm canlılara bahşettiği en büyük nimetlerden biridir. İnsanların ve tüm canlıların varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilmez olan bu nimetin fahiş fiyatlarla satılması, adaletin ve vicdanın rafa kaldırılmasından başka bir şey değildir.

Bugün Diyarbakır’da yaşananlar bunun en somut örneğidir. Belediye eliyle yapılan su zamları, vatandaşın belini bükmekle kalmıyor, adeta yaşam hakkını gasp ediyor.

Diyarbakır'da yüzde 500’lere varan artışlarla birlikte su faturaları, elektrik ve doğalgaz gibi zaten yakıcı olan kalemlerin katbekat üzerine çıkmaya başladı. Bir damla suya erişim, adeta bir lüks haline getirildi. Bu tabloyu vicdan kabul eder mi?

Türkiye’de enflasyonun hayatı her geçen gün daha da daralttığı, alım gücünün düştüğü, vatandaşın evine ekmek götürmekte zorlandığı bir dönemde suyun bu denli pahalılaştırılması, Diyarbakır'da “belediyecilik” adına kara bir leke olarak kayda geçmiştir.

Belediyecilik, halkın derdine derman olmak, yaşamını kolaylaştırmak, en temel ihtiyaçlara erişimi güvence altına almak demektir. Belediyecilik, halkın cüzdanına göz dikmek değil, halkın hakkını korumaktır.

Bir babanın, kendi ailesinin en temel ihtiyaçlarını karşılamada zorlanması, bir annenin, faturalar yüzünden çamaşır makinesini çalıştırmaya korkması kadar büyük bir adaletsizlik düşünülebilir mi?

İki kişilik bir aileye bin TL su faturası gelmesi hangi vicdana, hangi adalete sığar. Bir de dört kişilik bir aileyi düşünürsek durumun ne kadar önemli olduğunu anlamış oluruz.

Bu durum, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir kırılmadır. Suya yapılan zamlar, halkı yalnızca maddi değil, manevi olarak da yıkmaktadır.

Unutmayalım ki suyun fiyatı, sadece musluktan akan damlaların bedeli değildir. Bu fiyat aynı zamanda adaletin, vicdanın ve dayanışmanın ölçüsüdür. Eğer su, kâr mantığına kurban edilirse, aslında toplumun en temel değerleri kurban edilmiş olur.

Suyu bir egemenlik aracından çıkarıp, yardımlaşma ve dayanışmanın kurucu unsuru haline getirmek gerekiyor. Su politikaları, yaşamın özgürlüğünü, yeryüzünün dengesini ve ekolojik adaleti temel almadıkça ne toplum huzura kavuşur ne de doğa kendini onarabilir.

Bugün yapılması gereken açıktır.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi suyu halkın sırtına yüklenmiş bir maliyet kalemi olmaktan çıkarmalıdır. Suyun yönetimi, kâr odaklı değil, yaşam odaklı bir anlayışla ele alınmalıdır.

Çünkü suyun gerçek değeri, faturaya yansıyan rakamlarda değil, yaşamın ta kendisinde gizlidir.

Su hayatın özüdür. Ve hayatın özü, fahiş fiyatlarla satılamaz.

Su üzerinden kâr devşirmek, halkın boğazına uzanmış bir eldir. Bu el ya adaletle geri çekilecektir ya da halkın vicdanında mahkûm olacaktır.