SÜREÇTE DEVLET NELER YAPABİLİR?

Abone Ol

Barış ve normalleşme sürecinin sağlıklı şekilde yürütülebilmesi; sabır, kararlılık ve stratejik bir yol haritası gerektirir. Bu sürecin başarılı olması için devletin atması gereken birtakım önemli adımlar bulunmaktadır.

Her şeyden önce süreç boyunca kamuoyunun doğru, açık ve düzenli şekilde sistemli olarak bilgilendirilmesi büyük önem taşır. Böylelikle hem kamu güveni artırılacak hem de süreci manipüle ve speküle etmeye çalışan odakların etkisi en aza indirilecektir. Bu nedenle şeffaflık ilkesi, sürecin temel dayanağı olmalıdır.

Barış sürecinin toplumsal taban bulabilmesi için yalnızca devlet kurumlarıyla değil; siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, bölge halkının temsilcileri, ekonomi dünyası, çatışmalardan doğrudan etkilenen mağdurlar ve akademisyenlerle birlikte yürütülmesi şarttır. Katılımcı bir süreç, toplumsal sahiplenmeyi artırır ve çözümün kalıcılığını sağlar.

Geçmişte yaşanan hak ihlallerine yönelik adalet arayışları da sürecin önemli bir parçasıdır. Bu amaçla “Hakikat ve Adalet Komisyonları” benzeri mekanizmalar kurulmalı; mağduriyetlerin giderilmesi adına adil, şeffaf ve(sağlıklı adımlar atılmalıdır.

Temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi, ifade özgürlüğü ve hukuk güvenliğinin artırılması; sürecin inandırıcılığını ve toplumsal güveni pekiştirir. Meşru kültürel ve anadil temelli taleplerin evrensel insan hakları normlarına uygun şekilde ele alınması, toplumsal barışın doğal bir uzantısıdır. Temel hak ve özgürlükler konusunda, eskiden A4 kâğıdını dolduramayacak kadar az sayıda talep varken, bugün geldiğimiz noktada bu taleplerin bir küp bloknot kâğıdını bile dolduramayacak düzeye evrildiği, ancak yine de yetersiz olduğu görülmektedir.

Bölgenin uzun yıllar boyunca geri kalmışlık halini telafi edebilmek için uzun vadeli pozitif ayrımcılık politikaları uygulanmalıdır. Kamu yatırımları, eğitim, sağlık, altyapı, kırsal kalkınma ve istihdam alanlarında bu bölgelere özel teşvik modelleri geliştirilmelidir.

Barış sürecinde hem silah bırakanlar hem de geçmişte silahlı yapıların içinde faaliyet yürütenler, psikolojik ve mesleki desteklerle yeniden topluma kazandırılmalıdır. Bu bireylerin istihdam edilebilirliği artırılmalı; rehabilitasyonları profesyonel biçimde yürütülmelidir.

Ayrıca süreç boyunca zarar gören birey ve ailelere yönelik maddi ve manevi destek programları oluşturulmalı; travmalarla mücadeleye yönelik sosyal hizmet birimleri yaygınlaştırılmalıdır.

Barış süreci, aynı zamanda güvenlik paradigmasının da yeniden yapılandırılmasını gerektirir. Toplumla barışık, hak temelli ve insan odaklı bir güvenlik anlayışı oluşturulmalı; güvenlik güçlerinin görev tanımları bu dönüşüme uygun hâle getirilmelidir. Bu, aynı zamanda hukuk devletinin güçlendirilmesi ve keyfi uygulamaların ortadan kaldırılması anlamına gelir.

Barış sürecinin sağlıklı ilerlemesi, toplumsal psikolojinin doğru yönetilmesine de bağlıdır. Bu çerçevede nefret söylemiyle mücadele; kamu kurumlarının, siyasi aktörlerin ve medyanın ortak sorumluluğudur. Kutuplaşmayı ve düşmanlığı körükleyen dil terk edilmeli, yerine toplumsal uzlaşıyı teşvik eden bir iletişim dili benimsenmelidir.

Bu amaçla, kamuoyunda açık ve samimi müzakerelerin yürütülebileceği platformlar, toplumsal diyalog merkezleri gibi yapılar kurulmalı; barışın toplumsal ayağı güçlendirilmelidir.

Barış süreçleri doğası gereği zaman alıcıdır ve inişli çıkışlı bir seyir izleyebilir. Bu nedenle süreçte siyasi iradenin sabırlı, kararlı ve tutarlı olması gerekir. Günlük siyasi çıkarlarla barış süreci zedelenmemeli; iç ve dış provokasyonlara karşı hazırlıklı ve soğukkanlı davranılmalıdır.

Türkiye'nin dış politikadaki etkinliği, özellikle Avrupa-Rusya, Ukrayna-Rusya ve Amerika-Suriye gibi krizlerdeki arabuluculuk başarıları, içeride de barışı sağlama yetkinliğine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye devletinin kolaylaştırıcılığıyla Somali Federal Cumhuriyeti ve Etiyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti arasında yürüttüğü barış diplomasisi bu beceriyi açıkça göstermektedir. Aynı sorumlulukla, iç barışı tesis edecek liderlik de gösterilmelidir.

Barış konusunda dünya genelindeki tecrübesinin yansıması olacak ki; normal şartlarda bu tür barış girişimlerinde önce masaya oturulur, ardından anlaşmalar sağlanır ve en sonunda silahlar bırakılır. Geldiğimiz noktada ise bunun tersi bir süreç yaşanmıştır. Bu durum, bazı çevrelerde şüpheyle karşılanmaktadır. Bunun birçok gerekçesi olmakla beraber önümüzdeki dönemlerde kamuoyuyla paylaşılmasında fayda vardır.

Bu süreçte devletin samimiyetle, kararlılıkla ve tüm tarafları kapsayan bir yaklaşımla hareket etmesi, sürecin başarısı için hayati önemdedir. Toplumun her kesimi — siyasiler, kanaat önderleri, akademi, sivil toplum, yerel yöneticiler ve bireyler — bu sürece destek vermeli, eller taşın altına konulmalıdır.

Türkiye’nin daha huzurlu, adil ve müreffeh bir geleceğe yürümesi tüm vatandaşların ortak hakkıdır. Barışı sadece silahların susması olarak değil; toplumun vicdanında, yaşamında ve kurumlarında yeşeren bir gelecek olarak düşünmek gerekir.