Siyonizm, Ağustos 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde gerçekleşen I. Siyonist Kongresi'nde Theodor Herzl'in girişimi ile kuruldu.
Kuruluşundan sonra Yahudi sermayesinin büyük bir kısmının desteğini arkasına alarak çalışmalara başladı.
Makyavelist bir anlayış ile her yolu meşru görerek hedeflerine doğru ilerleme kaydetti.
Özellikle de Müslümanları hedeflerine ulaşma önünde ciddi bir tehdit olarak gördüğü için çalışmalarının merkezine koydu.
İlkin Osmanlı’yı yıkmak suretiyle hilafeti kaldırdılar, yetmedi.
Müslümanların arasına ulusalcı-ırkçı fikriyatı yayarak ümmet mefhumundan kopardılar, yetmedi.
Suni sınırlar çizerek ümmet unsurları arasındaki bağları kopardılar, yetmedi.
Tarihten gelen ihtilaflarımızı sürekli gündemde tutarak ve deşerek mezhebi ihtilaflarımızı düşmanlığa dönüştürdüler…
Nihayetinde bugünkü halimize geldik.
Peki Siyonizm hangi toprakları istiyor?
Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Mısır, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye.
Filistin’in büyük kısmı tamam…
Lübnan etkisiz…
Suriye…
Mısır sınır karakolu…
Suud siyonizmin önemli bir finansman ortağı…
Geriye İran v e Türkiye kaldı.
İran üzerinde kara bulutlar dolaşıyor, bugün yarın meselesi…
Son lokma Türkiye.
İki gün önce işgal altındaki Filistin’den yayın yapan bir Yahudi sözde gazeteci, “Yarı final İran, final ise Türkiye” diyerek İsrail ve ABD’nin niyetlerini artık saklama ihtiyacı bile duymadığını gösterdi.
Madem öyle, madem bu ülkeler siyon tehdidi altındaydı, neden ilk günden birbirlerine kenetlenip tek bir yumruk olup, siyonizmin beynini patlatmadılar?
Tek tek yıkılışlarını mı beklediler?
Maalesef ki EVET!
Son iki yer kaldı, İran ve Türkiye. Hiç olmazsa bu iki ülke bir olamaz mı ortak düşmana karşı?
Bunlar da diğerleri gibi tek tek sıranın kendisine gelmesini mi bekleyecekler?
Hala son bir umut var. Türkiye ve İran ortak askeri birlik kurarak başkalarını da yanlarına çekebilir ve siyonizme kolay lokma olmaktan kurtulabilirler.
Meşhur bir hikaye anlatılır:
Zamanın birinde 3 kişi hırsızlık niyetiyle bir bahçeye girip meyveleri toplamaya başlarlar.
Birazdan bahçe sahibi çıkagelir; bakar ki biri komşusu, diğeri akrabası, öbürü de yabancı biri. Üçünü aynı anda gözü kesmez. Zihninde bir plan kurar ve uygulamaya koyar.
İçeri girer, ilkin yabancıya sövmeye başlar: “Ulan hadi bu benim akrabam, diğeri de komşum onlara hoş helal olsun da sen niye bahçeme giriyorsun?” diyerek adama saldırır ve perişan eder. Akraba ve komşu sıranın kendilerine geleceği şuurundan uzak bunu bir iltifat ve ikram kabul ederler.
Bahçe sahibi sonra komşuya yönelir: “Ulan hadi bu benim akrabam ya sen niye bahçeme giriyorsun?” diyerek onu da temiz hırpalar.
En son akrabasına dönerek; “Ulan hadi bu ikisi yabancı, sen güya benim akrabamsın, nasıl bahçeme girersin?” diyerek bu sefer akrabasını haşat eder.
…
Bu hikayede İsrail’in tek farkı bahçe sahibi değil, gasıp olmasıdır. Gerisi aynı. İsrail de böyle tek tek, sıra sıra birini halledip ötekine doğru geliyor, çoğunu halletti ikisi kaldı.
Hala bu ikisi, bu oyunu yutacak mı yoksa bir olup düşmana karşı bekasını mı savunacak, göreceğiz.
Bir dahaki yazımızda görüşmek üzere…