"SİNEMA VE DİZİLERİN İNANÇ, KÜLTÜR VE TOPLUMSAL ALGIYA ETKİSİ"

Abone Ol

Sinema, toplumların kültürel ve sosyal yapısını yansıtan ve aynı zamanda şekillendiren güçlü bir iletişim aracıdır. Ancak tarihsel süreçte bazı filmler, özellikle Türkiye’de, İslami değerlere yönelik eleştiriler ve zaman zaman da aşağılayıcı içerikleriyle dikkat çekmiş, ciddi tartışmalara neden olmuştur.

Son günlerde İslam’ın kutsallarına hakaret içeren karikatürlerin bazı yayın organlarında yer alması da aynı amaca hizmet eden örneklerdendir.

Geçmişte, özellikle Yeşilçam döneminde, İslami kimlikler ve Müslüman karakterler genellikle olumsuz biçimlerde tasvir edilmiştir.

Dindar karakterler, örneğin mahallenin sakallı bakkalı, çoğunlukla ahlaksızlık yapan, tartıda hileye başvuran; cehalet, tutuculuk ya da komiklik unsuru olarak sunulmuştur. Bu da İslam’a ve Müslümanlara yönelik genel bir küçümseme ve dışlama hissi oluşturmuştur.

Kravat takan, alkol kullanan karakterler ise modern, dürüst, çağdaş ve toplumun kabul etmesi gereken tipler olarak gösterilmiştir.

Bu temsil biçimi toplumu yeniden şekillendirme projeleri olarak da okunabilir. Bu süreçte özellikle gayrimüslim sanatçılar ve onların devamı gibi görülen sinema sektöründeki oyuncular üretilen eserlerdeki tartışmalı içeriklerin ortaya çıkmasında dolaylı bir faktör olarak değerlendirilebilir. Sanatçılar, inanç hassasiyetini gözetmeden, bilinçli bir şekilde dindarlara yönelik olumsuz algıyı işleyerek; bunu bireysel niyetle yaptıkları gibi, sinema endüstrisinin içinde bulunduğu yapısal dinamiklerin bir parçası olarak da gerçekleştirmiştir.

Devlet ise sinema sektörüne zaman zaman destekleyici, zaman zaman da denetleyici bir yaklaşımla müdahale etmiştir. Ancak İslami değerlere yönelik eleştiriler ve sansür mekanizmaları, dönemsel politik tercihlerle belirlenmiştir. Bazı dönemlerde devletin resmi politikaları seküler bir kimliği öne çıkarırken, dini temsillerde ötekileştirici ya da küçümseyici bakış açıları benimsenmiştir.

Ancak devletin bu konudaki yaklaşımı da zaman içinde tutarlılık göstermemiş, değişkenlik arz etmiştir.

Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularından biri olan “Şaban”, özellikle Kemal Sunal gibi sanatçılar tarafından canlandırılmıştır. Ancak zamanla “Şaban” ismi, bazı bölgelerde “Recep” ismi de Müslüman aileler tarafından çocuklara verilmekten kaçınılan bir isim haline gelmiştir. Bunun temelinde, bu karakterlerin filmlerde çoğunlukla saf, cahil, eğlenceli ama aynı zamanda aşağılayıcı biçimde sunulmaları yatmaktadır. TÜİK verilerine göre 1960–1980 arası “Şaban” ismi yaygınken, 1985 sonrası dramatik bir düşüş yaşanmıştır.

2000'li yıllardan itibaren yeni doğan erkek çocuklara bu ismin neredeyse hiç verilmediği görülmektedir. Bu durum, sinemanın toplumsal etki gücünün ne kadar derin olduğunu ve kültürel kimliklerin nasıl dönüştürüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

Sinemadaki olumsuz İslami temsillerin, toplumda dini kimliklere karşı önyargı oluşturma açısından oldukça etkili olduğu söylenebilir. Bu çerçevede bakıldığında, bazı güç odaklarının toplumda dinsel ve kültürel ayrışmayı artırmak ve olumsuz etkilemek amacıyla bilinçli ve kasıtlı bir algı operasyonunu sinema ve dizilerle yürüttükleri görülmektedir.

Bu tür yayınların temel hedefi, toplumda oluşmuş olan dini değerlere yönelik önyargıyı pekiştirmek ve algıyı bu yönde sabitlemektir.

Bu bağlamda, Müslüman ailelerin ve İslami camiaların kültürel alanda daha aktif rol almaları elzemdir. Kendi değerlerini doğru, saygılı ve estetik biçimde temsil eden sanat ve medya üretimlerini desteklemeleri gerekmektedir. Özellikle İslam alimlerinin bu konudaki yönlendirmeleri, sanat, eğitim ve medya alanında daha bilinçli adımlar atılması açısından büyük önem taşımaktadır. Böylece yıllardır süregelen basmakalıp anlayışlar kırılabilir, İslam ve Müslümanlar daha gerçekçi ve saygın biçimlerde temsil edilebilir.

Özellikle sinema ve medya yalın birer sanat unsurları değildir.

Sadece eğlendirmezler aynı zamanda sosyal kimliklerimizi ve kişiliklerimizi şekillendiren önemli bir sanat dalıdırlar.