RAHATLIĞIN BEDELİ GAZZE...

Abone Ol

Bekle bizi Gazze… Belki geleceğiz. Sözümüz burada, vicdanımız yarım.

Evin taksidini bitirip geleceğiz; eşyalar eskidi, onları yenileyip geleceğiz. Arabanın kredisi biter bitmez geleceğiz.

Kredi kartları sıfırlansın, borçlar kapansın; tertemiz bir sayfa açıp geleceğiz.

Faiz haram, biliyoruz. Ama önce borçları kapatalım, sonra tevbe ederiz. Çocuklar büyüsün, okula başlasın, mesleklerini alsınlar; elinden tutup geleceğiz.

Yeni bir telefon alalım, internet sağlam olsun, bağlantı kopmasın, unutmayız.

Efsane indirimler başladı, ihtiyaçları alıp cüzdanı toparlayıp geleceğiz. Tatil de yaklaştı, deniz çağırıyor. Biraz güneşlenip, sonra geleceğiz.

Derbi bileti de tamam, maçı izleyelim, ardından…

Dizinin finali var, bitsin; sonrasında mutlaka geleceğiz.

Belki de Gazze’de siz kalmayınca, hep birlikte cenazenize geleceğiz.

Bu bir itiraf değil, bir mazeret defteridir.

Bir özür değil, tamir edilmeyen vicdanın aynasıdır.

İslam ümmeti… Sözde bayrak, gerçekte vitrin.

Gürleyen nutuklar, suskun adımlar. Yüksek perdeden beddua, alçak gönüllü ihmal.

Camilerimiz dolu, ama ellerimiz boş.

Saflarımız sık, sorumluluklarımız seyrek.

Savaşın, acının, zulmün ortasında biz, rahatlamanın yollarını arıyoruz.

Yeni bir kredi, yeni bir kampanya, yeni bir dizi…

Böylece günahlarımızı erteleyip huzur taklidi yapıyoruz.

“Geleceğiz” diyoruz, bu kelime bizi uyutuyor.

Vicdanın üzerindeki örtü, en pahalı battaniyedir.

Çünkü “şimdi” demek zor.

Şimdi demek, acıya koşmak, konforu terk etmek, seferber olmaktır.

Ama o “şimdi” hep yarına kaçıyor.

Ertelendikçe paslanıyor vicdanlar, küfleniyor kalpler.

Faizin haram olduğunu biliyoruz ama faizle nefes alıyoruz. Kardeşimizin kanı haram değilmiş gibi yaşıyoruz.

Dualarımız gür, adımlarımız cılız. Sesimiz hutbelerde yankılanıyor, ama Gazze’deki çocuğun feryadı ulaşmıyor kulağımıza. Ellerimizi semaya kaldırıyoruz, fakat yardım elini uzatmaya üşeniyoruz.

“Geleceğiz” derken aslında şunu söylüyoruz “Gelemezsek bize ne derler?” Utancı erteliyoruz, cesareti değil. Oysa ertelenen vicdanın suçu büyüktür. Çünkü seyirci kalan da zalimle aynı saftadır.

Biz ümmet bilinciyle değil, bireysel konforla yaşıyoruz. Sloganlarımız iman dolu, hayatlarımız reklam broşürü gibi.

“Sonra” kelimesine iman ettik...

Sonra ödeyeceğiz, sonra yardım edeceğiz, sonra… sonra.. sonra... Ama o “sonra”, insanlığın mezar taşına kazınıyor artık. Kibrimiz durduğumuz yerde yeşeriyor.

Mazlumun toprağında kan var, bizim soframızda israf.

Paylaşmak mı? Paylaşıyoruz elbet... emojiyle, hikâyeyle, sloganla...vb... Ama ekmeği bölüşmeye gelince ellerimiz titriyor. Profilimiz geniş, gönlümüz dar.

“Geleceğiz” diyorsak, önce ne getireceğimizi sormalıyız. Yeni telefonlar, mobilyalar, tamamlanmış krediler mi? Yoksa utancın yerini alan bir pişmanlık ve onun doğurduğu eylem mi?

Gerçekten geleceksek, elimizde taahhüt olmalı.

Yardım, direnç, adalet, seferberlik. Gelmiyorsak da tarihe yazılsın. Biz söz verdik ama adım atmadık.

Çünkü insanlığın sınavı, ölümü izlemek değil, ölümü durdurmak için ayağa kalkmaktır.

Rahatlığın bedelini, Gazze’nin çocukları ödüyor…

Bizse hâlâ konforumuzun taksitini.