Tarım toplumu, sanayi toplumu, şehirleşmiş toplumlar kendi yerel özelliklerini her geçen gün kaybediyor. Söz konusu toplum modelleri küreselleşmenin etkisi ile kültürel şoku yaşıyor.
Küresel akımların rüzgarına kapılmış toplumlar, öz benliğini kaybetmiş, kimliğine yabancılaşmış, inanç ve değerlerinden uzaklaşmış bir toplum haline evriliyor.
Tarım toplumu kırsala dair özelliklerini yitirirken, şehirleşmiş toplumlarda şehrine has özelliklerini yitiriyor.
Tarım toplumunun kırsala dair kendini has özellikleri, inanç ve değerleri vardı. Küreselleşme olgusu köylerimize kadar uzandı. Artık köylerimizde ve kırsal alanda bile değerler tek tek yitiriliyor.
Tarım toplumunda kırsal kesimlerin kendine has yaşam şekli, değerleri, folkloru vardı. Kırsal bölgelerde yaşayan halkın kültür ürünleri, sözlü edebiyatı, gelenekleri, töreleri, inançları, mutfağı, müziği, halk oyunları, giyimi, kuşamı, birbirleriyle sosyal ilişkilerinde yöreye has özellikleri barındırıyordu. Toplumsal, ailevi, ticari sorunlarını çözmeye yönelik yörenin baskın karakterine has özellikleri vardı.
Görece sanayileşmiş ve şehirleşmiş bölgelerde de bölgenin ruhuna uygun bir yaşam tarzı ağırlığını koruyordu. Kırsal kesimin değerler silsilesi şehirlerde de yaşatılıyordu. Şehirlerin kültür, inanç, yaşam şekli, yeme, içme, giyinme, müzik gibi değerlerini koruyordu.
Bundan yirmi, otuz yıl önce köylere gittiğimizde köylerin kendine has temiz, dürüst, iffetli, değerlerine bağlı özellikleri göze çarpardı. Şimdi aynı köylere gittiğimizde köyün ve kırsalın tüm özellikleri yok olmuş, onun yerine çok farklı bir yaşam tarzı gelmiş. Sanırsınız buraları İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar gelip işgal etmiş ve bu köyün sakinlerini görsel, işitsel, zihinsel olarak esir almış ve tüm değerlerinden uzaklaştırmış.
Köylerimizde durum ve vaziyet buysa şehirleri artık siz hesaba katın. Diyarbakır’a veyahut çevre şehirlerde gezindiğinizde şehre dair hiçbir değerin kalmadığını görürsünüz.
İşte küreselleşme olgusu öyle bir şey ki, batılı emperyalist ve sömürgeci devletler topla tüfekle ve işgalle elde edemediğini kültür emperyalizmi ve ideolojilerle elde edebiliyor.
Liberal, kapitalist, sosyalist ve komünist ideolojiler birbirinin zıttı gibi gözükse de aynı amaca yani batı emperyalizminin küresel hegemonyasına hizmet ediyorlar.
Birleşmiş Milletlere ve Avrupa Birliğine üye devletler, uluslararası ve bölgesel birlikler içinde yer alan devletler, uluslararası kurum ve kuruluşlar küreselleşmenin despotizmine hizmet ediyorlar. İstanbul sözleşmesi, LGBT gibi birçok sapkın akımın önünün açılmasına yönelik dayatmalar yapılıyor.
Uluslararası toplum, dünya devletlerine dayattıkları kriter ve sözleşmeler neticesinde küreselleşme bir ahtapot gibi köylerimize ve kasabalarımıza kadar iniyor.
Komünist devletlerin çöküşü ile birlikte küreselleşme hareketine hizmet durmadı. Çöplük malı ideolojileri bile küreselleşme için kullandılar.
Komünist devletlerin çöküşünden sonra İngiltere’nin başkenti Londra’da Sosyalist Enternasyonal örgütü, adı altında ortak bir çatı oluşturuldu. Bu çatıda Türkiye’de CHP, HDP şimdi adı DEM parti yer aldı. Dünyanın birçok ülkesindeki sosyalist ve komünist parti ve hareketler bu çatı altında her yıl belli bir program çerçevesinde bir araya gelip toplumu ifsat etmeye yönelik kararlar alırlar. LGBT ve birçok sapkın akımın bir kanser hücresi gibi yayılmasına yönelik her yıl yeni kararlar alıyorlar.
Yaşadığımız farklı toplumsal modellerin ortak noktası tek tipleştirilmiş ve öz gerçekliğinden koparılmış, ahlaki yozlaşmanın had safhaya ulaşmış küresel teşhirciliğine maruz kalıyoruz.
Oysa tarım toplumunun kendine has bir kimliği vardı. Kırsalın sözlü edebiyatı, mutfağı, giyimi, kuşamı, inancı ve töresi yöreye özgü karakter taşırdı. İnsanlar sorunlarını yine kendi kültürel kodlarıyla çözer, kendi değerleriyle hayata tutunurdu. Sanayileşmiş ve şehirleşmiş bölgelerde bile, kentin ruhuna uygun yaşam tarzı korunur, kırsaldan devralınan değerler şehirde yeniden yoğrulurdu.
Bugün Anadolu’nun herhangi bir iline gittiğinizde sokaklarda aynı manzarayı görüyorsunuz. Gençler birbirinin aynısı kıyafetlerle dolaşıyor, aynı şeyleri konuşuyorlar aynı söylemleri tekrar ediyor. “Küresel trendler” adı altında, aslında herkes tek bir merkezden yönetiliyor.
Bu noktada sosyal bilimciler, “küresel” ve “yerel” kavramlarını birleştirerek yeni bir terim türettiler: “Kü-yerel.” Yani küreselin ve yerelin birbirinden etkilendiği, harmanlandığı bir süreç.
Ama gelin görün ki, bu kavram süslü bir kılıftan ibaret. Çünkü gerçekte yaşanan, sağlıklı bir etkileşim değil; yerelin küresel tarafından boğulmasıdır. Ortaya çıkan şey ise özgünlüğünü yitirmiş, köklerinden kopmuş, teşhirci ve yozlaşmış bir toplumsal yapıdan başkası değildir.