Betonun Değil, İnsanın İnşası
Kalkınma hamleleriyle yollar, köprüler, devasa binalar inşa ettik.
Ama ne yazık ki, insanın inşa edilme sürecini sürekli erteledik.
Şehirler büyüdü, binalar yükseldi; fakat ruh daraldı, vicdan küçüldü.
Oysa insanı merkeze almayan hiçbir kalkınma modeli, gerçek anlamda kalkınma değildir. Bugün sokaklarımızda yürürken sadece betonun ağırlığını değil, değer kaybının sessiz çığlığını da duyuyoruz.
Erdemli şehir, erdemli insanla mümkün olur.
Farabi, asırlar önce “erdemli şehir” fikrini ortaya koyarken, sadece bir kent modeli değil, bir yaşam felsefesi çizmişti. Ona göre, mutluluk ancak bireylerin erdemli olduğu toplumlarda mümkündür.
Yani mesele, bina yapmak değil; o binaların içinde yaşayan insanın gönül dünyasını inşa etmektir.
Bugün şehirlerimizin kalabalıkları, ruhsuz ve amaçsız bir yığın haline gelmişse bunun nedeni plan eksikliğinden çok, iman eksikliğidir. Çünkü iman; insana sorumluluk duygusu, adalet bilinci ve merhamet kazandırır. Bu duygulardan yoksun bir şehir, ne kadar düzenli olursa olsun, aslında kaosun içinde yaşar.
Bir dönem “imanlı bir gençliğin inşası” konuşulurdu.
Siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler bu gençliğe ülkenin geleceğini emanet edeceklerini söylerdi. Ancak söylemle eylem birbirine hiç bu kadar uzak olmamıştı.
Bugün geldiğimiz noktada, bu ideal sadece nutuklarda kaldı.
Manevi değerleri ihmal eden toplumların şehirleri, kısa sürede kimliğini kaybeder.
Kültürel mirasına, inanç dünyasına, ortak vicdanına sırt dönen şehirler; birer beton yığınına dönüşür.
Caddelerimiz genişledi ama gönüllerimiz daraldı.
Binalar büyüdü ama insanlar küçüldü.
Maddeciliğin ön planda olduğu, çıkar ilişkilerinin toplumu biçimlendirdiği metropol kentlerde insanlar kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor.
Yalnızlık, yabancılaşma ve ruhsal çöküş modern şehirlerin görünmeyen ama en ağır bedeli.
Betonla büyüyen şehirler, ruhsuzlukla küçülüyor.
Manevi değerlerinden yoksun devletler, ekonomik rekabetin baskısı altında halkını vergi ve faiz döngüsünde eziyor.
Oysa imanlı şehirleşme, insanı kazanan şehirleşmedir.
Ekonomik, sosyal ve fiziksel plan kadar ahlaki ve manevi plan da gerekir.
İmanlı şehirleşme olmadan planlı şehirleşme olmaz.
Bugün planlı şehirleşmeden çokça söz ediyoruz.
Yollar, parklar, köprüler yapıyoruz.
Ama şu soruyu hiç sormuyoruz: “İmanlı şehirleşmeye de aynı önemi veriyor muyuz?”
Cevap ortada…
Merkezi ve yerel yönetimler, belediyeler ve siyaset kurumu imanlı şehirleşmeyi gündemine almadığı için toplum bir buhranın içine sürüklendi.
Planlar kâğıt üzerinde mükemmel görünebilir ama imanla yoğrulmadıkça kalıcı bir medeniyet kurmak mümkün değildir.
Planlı şehirleşmenin temeli, uzun vadeli vizyonla atılır.
Dünyanın birçok ülkesinde elli yıllık şehir planları hazırlanır; alt yapısı, suyu, elektriği, interneti önceden döşenir.
Şehir büyüdükçe o plana göre ilerler.
Peki bizde durum nasıl?
Bizde şehirleşme, rant hesaplarına göre şekilleniyor.
Kim daha fazla kazanırsa şehir onun arazisine doğru büyüyor.
Sonra ne mi oluyor?
Alt yapı eksik, yollar yetersiz, yeşil alan yok.
Yıllarca süren çukurlar, su taşkınları, plansız binalar…
Çünkü biz şehir kurmuyoruz; fırsat kolluyoruz.
Bir şehirde çok sayıda cami olabilir; ama o camilerin içinde namaz kılacak gençlik yoksa bu mimari sadece semboldür.
Cami avlularını konser alanına, ibadethaneleri gösteri sahnesine dönüştüren anlayış; şehrin değil, nefsin mimarisidir.
Bu yüzden imanlı şehirleşme, sadece fiziksel değil, ahlaki bir yeniden doğuştur.
Şehir, sadece taşla değil, insanla inşa edilir.
Bir şehrin ruhu; camilerinde, medreselerinde, kütüphanelerinde, şairlerinde, alimlerinde, velilerinde yaşar.
O ruh kaybolursa, geriye sadece beton kalır.
İnşaat Değil, İhya Zamanı.
Artık şehirleri değil, insanı inşa etme vaktidir.
Planlı şehirleşmeyi imanlı şehirleşmeyle birleştirmek zorundayız.
Yoksa geniş caddeler, yüksek binalar, dev köprüler hiçbir şeyi çözmeyecek.
Bir ülkenin geleceği, gökdelenlerin yüksekliğinde değil; gönüllerin derinliğinde saklıdır.
Unutmayalım,
Betonlaşma ile değil, imanla şehirler kurulur.