BABALAR VE OĞULLAR

Abone Ol

Halkın iradesiyle Yönetici ve idareci olanlar, halka söyledikleri adalet, dürüstlük ve halka hizmet sözünü maalesef koltuğa oturduklarında çoğu zaman verdikleri vaadleri unutuyorlar.

Sosyo-ekonomik şartları düzeltmesi gerekenler, önce kendi ceplerini doldurmanın yollarını arar. Hileli yöntemlerle varlıklarına varlık katan bu kişiler, görevlerini bir emanetten çok kişisel servet üretme mekanizması gibi görür hale gelmiştir.

Son yıllarda ortaya çıkan tablo ise daha da vahimdir. Artık sadece babalar değil, onların arkasına sığınan oğullar da sahnededir. Babalarının unvanlarını, nüfuzlarını ve gücünü kullanarak haksız kazanç sağlayan bu genç oğullar birkaç yılda değil, birkaç ayda servet sahibi olmakta, toplumun gözünün içine baka baka zenginleşmektedir.

Meydanlarda "adalet, hakkaniyet, özgürlük" diye bağıranların, kısa bir süre sonra çocuklarına servet aktaracak düzenler kurması halkın gözünden kaçmamaktadır. Sosyal medyanın bu kadar güçlü olduğu bir çağda, kimin neyi nasıl elde ettiği artık saklanamaz durumdadır.

Bugün yaşanan bu tablo sadece bireysel yolsuzluk değil, toplumsal düzenin çürümesidir. Eğer bu çarpık yapı sorgulanmaz, hesap sorulmaz ve denetimden kaçanlara "dokunulmazlık zırhı" sunulmaya devam edilirse, yarın bunun bedelini yalnızca yoksullar değil, tüm toplum ödeyecektir.

Çünkü adaletin olmadığı yerde devlet sadece bina ve koltuktan ibaret bir yapıya dönüşür, adalet ruhunu kaybeder.

Devletin denetleme mekanizmaları küçük esnafa ‘hasılat denetimi’ ile işletilirken, bir anda milyonluk servet elde eden bu genç oğulların "nereden bulduğu?" sorusu neden sorulmaz?

20–30 yaşındaki kişilerin devasa servetleri hangi ticari dehayla, hangi alın teriyle, hangi emeğin karşılığıdır?

Okyanusta gemi yüzdüren de teknolojiyi kullanıp bir anda yükselen de, ihalelerle yolunu bulan da aynı sorumluluktan kaçırılmaktadır.

Bu kadar kısa sürede bu kadar servete ulaşmanın "dürüstlükle" açıklanamayacağını herkes bilmektedir, fakat gel gör ki hesap soran yoktur.

Kısa yoldan zenginleşen bu oğullar, kendilerine dokunulmadığını gördükçe daha da pervasızlaşmakta, yolsuzluğu bir hakka, haksız kazancı bir beceriye dönüştürmektedir.

Açlık sınırında yaşayan milyonların varlığı bu kişilerin umurunda bile değildir. Halkın büyük kısmı ay sonunda hesabını denkleştirmeye çalışırken, yetkililerin bu çarpıklığa sessiz kalması, adalet duygusunu derinden yaralamaktadır.

Memurun, işçinin, emeklinin, asgari ücretlinin aldıkları maaşlar ile nasıl geçin-eme-diği belli iken birilerinin hiçbir açıklama yapmadan servet biriktirmesi kabul edilemez bir çelişkidir.

Bu düzenin değişmesi için artık kimsenin nutuklara, süslü cümlelere, sloganlara tahammülü kalmamıştır. Halk icraat görmek, hesap veren yönetici görmek, adaletin işlediğini görmek istemektedir, zenginleşme hikayeleri değil… Bir ülkenin geleceği, yetimin hakkını korumadan, haksız servetin önünü kesmeden, güçlüden hesap sormadan inşa edilemez. Bu ülkenin gerçek sahipleri halktır ve halkın gözü artık açıktır.

Bu çarpıklığı denetlemek, hesap sormak ve adaleti sağlamak ahlaklı yetkililerin görevi değil midir?